Hemen herkesin acı acı hatırlayacağı, ancak benim gibi bu bölgede 8 nüfusu bulunan kişilerin daha yakından hatırlayacakları Marmara Depreminin üzerinden tam 22 yıl geçti! Yani ‘Marmara ya da Gölcük Depremi’ olarak adlandırılan büyük, yıkıcı ve öldürücü deprem bundan tam 22 yıl önce (17 Ağustos 1999 tarihinde) ve sabaha karşı saat 03,02 de ve Richter ölçeğine göre 7,5 şiddetinde meydana gelmiş ve bu deprem 17 bin 487 kişinin ölümüne, 23 bin 781 kişinin yaralanmasına, 505 kişinin de sakat kalmasına yol açmış; ayrıca 285 bin 11 evin, 42 bin 902 adet de iş yerinin hasar görmesine yol açmıştı! Ki, resmi olmayan rakamlara göre bu deprem 50 bine yakın kişinin ölümüne, 100 bin kişinin de yaralanmasına neden olmuş ve çöken 133 bin 883 bina da yaklaşık 600 bin kişi evsiz yersiz kalmıştı!

Ve o depremin, Türkiye’nin en büyük ve en yoğun bir sanayi bölgesi olan Marmara Bölgesinde meydana gelmiş olması da ülkemizin sanayisini alt üst etmiş ve milletimize büyük sıkıntılar yaşatmıştı!

Kısacası; diğer büyüklü küçüklü depremler ayrı, 17 Ağustos Marmara Depreminin üzerinden tam 22 yıl geçti, ancak biz, ‘diğer felâket ve âfetlerden olduğu gibi, bu depremden de ders almamış olmalıyız ki; daha düne kadar depreme dayanıksız binalarla birlikte binalarımızın birçoğunu fay hatlarının üzerine ve dere ya da sel yataklarına, ormanlık veya makilik alanlara yapmışız!

Meydana gelen âfet ve felâketlerden ve yanan can ve kaybolan mallarımızdan dolayı da ağıtlar yakıp, mâniler söylemiş, türküler yapmışız.

TEDBİR DE KUSUR YOKSA SONUÇTAN MADDEN OLSAK ta MÂNEN-VİCDANEN SORUMLU OLMAZ ve YARGILANMAYIZ
Tamam, takdir de yazılan tedbirle bozulamaz. Ancak, hiç bir tedbir almadığımız ya da palyatif, göstermelik veya formalite icabı aldığımız, dolayısıyla da can ve mal kaybına neden olduğumuz hemen her ihmal veya kasıttan dolayı da hem vicdanen, hem kanunen hem de şer’an sorumlu olur ve bedelini şöyle ya da böyle ama mutlaka öderiz!

Velhâsıl-ı kelâm, hülâsâ-i netice; 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Marmara Depremi esnasında ve o bölge de küçük oğlum henüz İstanbul’a gitmemişti ve bîkâr dı. (bekârdı). Büyük oğlum deprem bölgesinde ve O’da bîkâr dı. Ancak diğer akraba, eş, dost ve tanıdıklarımız hariç, şu an orada 4’ü evlâdımız, 4’ü de torunuz olmak üzere o bölgede 8 nüfusumuz, canımız ciğerimiz ikâmet ediyor. O nedenle Marmara Depremi bizi daha yakından ilgilendiriyor.

Hülâsâ-i netice; bütün canlar bizim canımız ve biz genelde insanların, özelde de Müslümanların dertleriyle dertlenir, onların sevinçleriyle sevinir, üzüntüleriyle üzülürüz.

Ayrıca genelde Türkiye’nin büyük bir kısmının, İlimiz Burdur’un ise; tamamının 1. derecede deprem ku- şağı üzerinde olduğunu, birçok yapımızın fay hattı üzerine bina edildiğini, büyüklü küçüklü depremlerde birçok kayıpları olmuş bir il olduğumuz gibi, bu gün için de deprem ve benzer felâketlere uğramama gibi bir garantimiz yok. Ancak17 Ağustos 1999 tarihinde mey- dana gelen Marmara Depremi’nin 22. sene-i devriyesi olduğu için ve de şu anda Allah’a (c.c) emanet 8 nüfusum orada ikâmet ettiği için ben bugün bu depremi konu yaptım diyorum ve bu konu da son olarak “Cenab-ı Allah özelde İslâm Âlemini, genelde de insanlık âlemini her türlü âfet ve felâketten, kaza ve belâdan, kısaca maddî mânevî kötülüğe uğramaktan korusun!’ diyorum. Ancak, günâh, hîle, desise, fesat, fitne fücur içerisinde yüzmeye devam eden, yani insanlığın ‘yeni’ baş belası durumunda olan korona başta olmak üzere yıllardır meydana gelen tabii afetlerden, meselâ deprem, yangın, sel ve benzeri âfet, felâket ve musîbetlerden, ayrıca iç dış savaşlardan ve kaybolan sayısız can ve cânânlardan zerre kadar ders almayan insanoğlunun iflâh olmasının da zor olduğunu-olacağını biliyorum! O nedenle bugün herkese ‘buruk’ saygılar sunuyorum.

Ayrıca tüm inananların, bu yıl Marmara Depremi’nin 22. yıl dönümünün ertesi gününe tevafuk eden AŞÛRE Günlerini kutluyorum.

BAZEN ARKASINA DÖNÜP BAKMASI LÂZIM İNSANIN; NERDEN GELDİĞİNİ UNUTMAMAK İÇİN Şems-i Tebrîzi