Bugün, 22 Mart Dünya Su Günü Hidrobiyolog Dr. Erol Kesici Yeni Gün okurları için SU'yu yazdı SU FAKİRİ OLMA SÜRECİNDEYİZ!

*DÜNYA SU RAPORU’NCA; TEHLİKE DEVAM ETMEKTE!.. FELAKETİN İZLERİ...

*AKDENİZ HAVZASI’NDA, KURAKLIK ve SU KITLIĞINI EN ÇOK YAŞAYAN ÜLKEYİZ!

*NASA, UNESCO, IPCC, BM, WMO, FAO ve WHO RAPORLARI, SU KONUSUNDA UYARMAKTA;

*“İKLİM KRİZİNİN”, “SU KRİZİNE” ETKİSİ %20,YANLIŞ SU KULLANIMININ ise %80,

*SU KRİZİ; GIDA ELDE ETME ZİNCİRİNİ DE TEHDİT ETMEKTE!

*DÜNYA’NIN YARISINDAN FAZLASI; SUYA ve SAĞLIKLI SUYA ERİŞİMEMEKTE- SU MÜLTECİLERİNİN SAYISI

  GİDEREK ARTMAKTA... 

*SU KITLIĞI ve KİRLİLİĞİ; DAHA ÇOK ÇOCUK ÖLÜMLERİNİ HIZLA ARTIRMAKTA,

*UNESCO’NUN SU RAPORU’NCA, ÜLKEMİZDE KURAKLIK TEHLİKESİ BİTMEDİ…

  “TÜRKİYE, YÜKSEK SU STRESİ ALTINDA OLAN BİR ÜLKEDİR”

*DOĞAL GÖLLERİMİZ SU ÜRETMEK YERİNE, DEPO GÖREVİ YAPMAKTA! SUYU KURUTMAYA, KİRLETMEYE HAKKIMIZ YOK

*SU’YA ERİŞİMİN ZOR VE PAHALI OLMASI, YAŞAMI-TARIMI –TARIMI OLUMSUZ ETKİLEMEKTE!

*YAĞIŞLAR MEVSİM NORMALİNDE,“BARAJLAR DOLDU, TAŞKIN RİSKİ VAR!” “SU KRİZİ” BİTTİ Mİ?

*YAĞIŞLARDAKİ MEVSİM NORMALLERİ, UYARI ve FIRSATTIR...

*DÜNYA SU GÜNÜ’NDE BURDUR GÖLÜ...

*22 MART; SU KONUSUNDA UYARI ve DUYARLILIK GÜNÜ.

Hidrobiyolog Dr. EROL KESİCİ Yeni Gün okurları için SU’yu yazdı

22 MART DÜNYA SU GÜNÜ

SU, özellikle sağlıklı su, tüm canlıların yaşaması için vazgeçilmez bir nesnedir, hatta “vazgeçilmez”in ötesinde canlılar için de alternatifi olmayan maddedir. Bu nedenle;  "Dünya Su Günü", 1992'de Rio de Janeiro'daki Birleşmiş Milletler (B.M.) Çevre ve Kalkınma Konferansı'nca; BM üyeleri ve gerekse diğer dünya ülkelerinin giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının gelecek için korunması ve çoğaltılması için somut adımlar atılmasının sağlanması- teşvik edilmesi, toplumun suyun önemini konusunda uyarılması, bu konuda yapılması gerekenleri için 22 Mart günlerinde, suyun sorun ve çözümlerin güncellenmesi için harekete geçilmesi gerekliliğinin vurgulanması amaçlanmaktadır.

NASA, UNESCO, IPCC, BM, WMO, FAO ve WHO RAPORLARI SU KONUSUNDA UYARMAKTA

UNESCO’nun “İnsanlar için Su, Yaşam için Su” ve BM Dünya Su Raporunca; yanlış kullanımların da etkisiyle, su kaynaklarının kullanımı ve paylaşımı sorunu olarak özetleyebileceğimiz "küresel su krizi" olgusu karşımıza çıkmaktadır. Her geçen gün değişen iklim koşulları, kontrolsüz büyüyen endüstriler, sınırlı kaynakların maksimum verimlilikle kullanmamızı gerektiriyor. Özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak iklim değişikliklerinin su kaynaklarının kullanımı konusunda yaşanan sıkıntıları körüklemesiyle, iklim değişikliğinin küresel su krizine etkisinin %20 olduğu öngörülmektedir, bu nedenle kuraklığın temel nedeni “iklim krizi” değil, suyun yanlış kullanımının ve mevsimsel koşullara göre iyi yönetilememesinin olduğu bildirilmekte. Bu konuda bilimsel ve ekonomik yatırımlara başlanılmaması sonucunda, mevsim normallerinde devam eden yağışlara rağmen, önümüzdeki yıllarda da su krizinin giderek artacağı öngörülmektedir. Raporlar; yeryüzündeki su kaynaklarının daha iyi kullanılması ve yönetilmesinin önemi vurgulanırken, dünyanın birçok bölgesinde su kaynaklarına yeterince yatırım yapılmadığına ve konunun siyasilerin ilgisini çekmediğine işaret etmekte. Raporda, su kaynaklarının iyi yönetilememesinden ötürü suya erişimde eşitsizliklerin meydana gelebileceği ve suyun yine verimsiz şekilde kullanılabileceğine dikkat çekildi.

DÜNYA’NIN YARISINDAN FAZLASI; SU’YA ve SAĞLIKLI SU’YA ERİŞİMEMEKTE SU KITLIĞI ve KİRLİLİĞİ; ÇOCUK ÖLÜMLERİNİ HIZLA ARTIRMAKTA, SU MÜLTECİLERİNİN SAYISI GİDEREK ARTMAKTA 

Suyun verimsizce kullanılması ile su kıtlığının da arttığının belirtildiği raporda, bunun sonucunda;

*Sektör bazında küresel su tüketimi incelendiğinde %69 gıda ve tarım, %19’u enerji ve endüstriyel sektörler, %12’si ise içme suyu ve evsel kullanımda harcandığı,

*Yeryüzünde 1 milyar insan, bizim evlerimizde her an ulaşabildiğimiz su için, ortalama 6 saat su yolculuğu yapıyor. Üstelik çoğu zaman bu su, temiz ve içilebilir bile değil.

* Atık suların %80’inin hiçbir şekilde arıtmaya girmediğini belirten rapor, yaklaşık 2 milyar insanın düzgün arıtılmamış atık sular yüzünden kolera, dizanteri, tifo ve çocuk felci hastalıklarının riski altında olduğu,

* Dünyada 2 milyar insan su stresi altındadır. 3.6 milyar kişi potansiyel su kıtlığı olan bölgelerde yaşamaktadır. Gerekli bilimsel önlemler alınmazsa bu sayının 4.8-5.7 milyar kişiye ulaşacak. Birleşmiş Milletler verilerine göre, her 9 saniyede 1 çocuk kirli sudan dolayı yaşamını yitiriyor. Temiz içme suyu kullanamayanların yarısından fazlası Afrika kıtasında yaşamakta. Su mültecilerinin sayısı önemli oranda arttığı,

*2050′ye kadar her 4 kişiden en az 1’i, kronik veya tekrarlayan tatlı su kıtlığından etkilenen bir ülkede yaşayacak; harekete geçilmediği takdirde yoksul ve gelişmekte olan ülkelerdeki 135 milyon insanın daha yaşamının ciddi tehdit altında olacağı,

*Sabit olan su kaynakları giderek azalırken, suya olan talep aksine katlanarak artmaktadır. Her yıl 13,4 milyon insan; çevre kirliliği, yetersiz ve kirli su kaynakları nedeniyle öldüğü bildirilmektedir.

 Ayrıca, suyun israfının ve bilhassa tarımda verimsiz olarak aşırı su kullanımı nedeniyle;  Türkiye’nin, yüksek su stresi altında olan bir ülke olduğu. Kirlenen, ekosistemi yok edilen bir su kaynağını temizlemek ve orijinal haline getirmenin neredeyse imkansız ya da çok zor ve pahalı olduğu, bunun yanı sıra; neredeyse doğal göllerinin %80’inden fazlasının ciddi kuruma tehdidi altında olması, su ve su ürünü üretmek yerine, doğal göllerin su deposu haline dönüştüğü de bilinmektedir.

SU KRİZİ; GIDA ELDE ETME ZİNCİRİNİ DE TEHDİT ETMEKTE;

Tarımsal üretimdeki geleneksel yöntemler sonucunda giderek artan ve pahalılaşan su talebi ve daha kuru koşullar bir araya geldiğinde, ülkemizdeki yeraltı su rezervlerinin tükenebilir. Buna göre; emisyonlar hızla azaltılmazsa, küresel ölçekte birden fazla yeri etkileyen aşırı hava olayları sonucunda ürün kıtlığı riskinin yaygınlaşması ve de aynı zamanda küresel ölçekte gıda ürünlerine erişimde sıkıntılara ve fiyat artışlarına yol açacağı, buna bağlı olarak “gıda tedarik zinciri” üzerindeki baskılar katlanarak artacaktır. Suyun miktar ve kalitesinde görülen değişimler, kirlilik, kuraklık ve biyoçeşitlilikte azalma su ile ilgili başlıca ekolojik problemler olarak belirtilmekte.

Bunun yanı sıra, artan nüfusun gelir ve tüketim düzeyinin yükselmesi ve gıda ürünlerine yönelik taleplerin artması da su kaynakları üzerinde ilave baskı yaratacaktır.

SU FAKİRİ OLMA SÜRECİNDEYİZ;

Ülkemiz bulunduğu coğrafyada geçmişten bu yana doğal zenginlikleri ile anılan bir ülke olduğu halde, son yıllarda ne yazık ki gitgide su fakiri bir ülke olma sürecindedir. 

Bu konuda baz alınan yöntem, “Falkenmark indeksidir”. Bu göstergeye göre potansiyel kritik değer, kişi başına yıllık 1.700 m3 miktar su düşmesidir.

Eğer, kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.000-1.700 m3 arasında ise "su sıkıntısı"; 500-1.000 m3 ise "su kıtlığı"; 500 m3 değerinden az ise, "mutlak su kıtlığı" olarak ifade edilmektedir.

Türkiye’nin kullanılabilir tatlı su miktarı yılda 105 milyar m3. civarındadır ve 2023’de nüfusumuzun “gerçek” ve insan sayısı ortalamasının 100 milyona yaklaşacağını düşünürsek nüfusun artmasıyla, iklim değişikliği ve onunla uyumlu olmayan su politikalarıyla bu miktar 1000 m3’ün altına düşeceği öngörülmektedir.

İşte; o zaman Türkiye tam su fakiri bir ülke olacaktır.  UNESCO’nun “İnsanlar için Su, Yaşam için Su” ve BM Dünya Su Raporu’nca; Türkiye de kuraklık sorununun çözümlenmediği, ayrıca yanlış kullanımların da etkisiyle, su kaynaklarının kullanımı ve paylaşımı sorununun çözüme kavuşturulmaması nedeniyle “Türkiye, yüksek su stresi altında olan bir ülke” olduğu belirtilmesi de, bu Falkenmark göstergesi verilerini doğrulamaktadır.

TÜRKİYE; AKDENİZ HAVZASINDA İKLİM DEĞİŞİMİ KONUSUNDA

EN HASSAS BÖLGE 

 Ülkemizin de içinde yer aldığı, Akdeniz Havzası, Dünya Meteoroloji Teşkilatı tarafından küresel iklim değişikliğine karşı yerkürenin en hassas bölgelerinden birisi olarak tanımlanıyor. Bu bölge içerisinde de, geçtiğimiz yıllarda da, kuraklık- su kıtlığını en çok yaşayan ülke durumunda. Yeraltı ve yerüstü sularımız  azaldıkça, mevsimlerin temel iklim göstergelerinden olan sıcaklık ve yağış normallerinin değişmesi suya ulaşımı zorlaştırmakta... Kış-bahar aylarında; sıcaklık ve yağışların mevsim normallerinde sürmesi, su kaynaklarındaki suyun hidrolojisi için çok önemli birikim ve kazançtır.

Önümüzdeki yıllarda kuraklık sorunu yaşamamak için hidrolojik bakımdan seviyeleri olumlu düzeye ulaşan kaynaklarımızın hatalı ve verimsiz kullanımı konusunda, çok dikkatli davranmamız gerekmektedir. Yaşananlardan ders almayıp, aynı yanlışlara devam edersek, giderek azalan tatlı su kaynaklarımızla birlikte ekosistemimizi de tehlikeye sokarız. Yaşanacak su sorunu, aslında sadece yönetim ve aşırı kullanıcıların değil, hepimizi, toplum sağlığı, gıda üretimi, güvenliği, ekonomi ve de sosyal (göç vd.) düzeyde olumsuz etkileyecektir.

YAĞIŞLAR BİZİM İÇİN; HEM FIRSAT, HEM DE UYARI;

Su, yaşamımızın vazgeçilmezi olmasının yanı sıra sürdürülebilir yaşamın güvencesidir. Su, aynı zamanda üretim ve sosyo-ekonomik faaliyetler için bir girdidir. Gıda üretiminde, yaşamanın sağlıklı sürmesinde her insanın, çiftçinin, temiz suya ulaşma en temel hakkı vardır. Yaşanan su kıtlıklarının nedenini, “iklim krizine” bağlamak, kuraklığın sonuçları karşısında alınmayan önlemler, insanların su’yun değerini yeterince anlamadıklarının göstergesi ve uyarısıdır. Aylardır, iklimin ülkemizde doğal sürecinde devam etmesi nedeniyle,  bu yıl “iklim krizinden” söz etmek mümkün değildir. Doğal göller ve derelerde su seviyesi giderek artarken, gölet ve barajlarda doluluk oranına yaklaşılmaktadır. Bu durumun çok önemli bir gelişme olmasının yanı sıra, suyun “değerini anlayarak”, tarımda, sanayide, evsel kullanımda; su israfı ve hatalı kullanımı konusunda bilinçlenerek, suyu akılcı yönetmek, bize sunulan en önemli fırsat olarak değerlendirilmelidir.

SUSUZ KALMAMAK (Kuraklık Yaşamamak) İÇİN NELER YAPMALIYIZ?

  Kuruyan göllerimizin sayısı giderek artarken, su seviyesi azalan doğal göllerde ekosistemimizi de tehlikeye sokuyoruz. Bu nedenlerle,

  *Entegre su kaynakları yönetimi benimsenmelidir. Doğal su kaynaklarının, biyolojik, hidrolojik ve ekolojik bütünlüğü korunmalıdır. Kentleri, tarımı, iklimine göre düzenlemek gerekmektedir.

*Verimli su kalitesi- tüketimi -yönetimini, güvence altına almamız için çok daha fazla yatırım yapılması gerekmektedir. Ayrıca ülkemizin; iklim değişimiyle mücadele, kuraklık ve sellere karşı erken uyarı sistemleri oluşturulmalıdır.

* Ülkemizde suyun en fazla kullanımın olduğu tarım sektöründe suyun verimsiz kullanımı önemli düzeyde israfa neden olmaktadır.  Havza bazında tarımda yoğun su kullanımına ve su israfına son vererek, su kaynakların bütçesi ve kalitesi mutlak koşulla korunmalıdır.

*Suyun döngüsü ilkelerince; suyun doğal döngüyü koruyarak, doğru su yönetimi ve uygulaması ile suyu sürekli olarak yeniden kullanabiliriz. Bu konuda en önemli adım; Atık su alt yapısını teknolojik olarak geliştirilerek, tüm kullanıcılar atık suların ileri kademede arıtıp, tarımsal sulama ve kentsel kullanma suyu olarak kullanmaları sağlanabilir. Ayrıca su kaynaklarının tarımsal kirleticilerden korunması için organik tarımı teşvik eden politikalar ve diğer sürdürülebilir bilimsel tarım uygulamaları tercih edilmelidir.

*Bireysel su savurganlığını önlemeye yönelik çalışmalarda; eğitim -öğretim suyun korunması çalışmalarında son derece önemlidir.

*Suyun “değeri” konusunda toplumun farkındalığı artırılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nce önerilen “su güvenliği planları” belediyeler tarafından uygulamaya alınmalıdır.

*Belediyeler,   su israfına son vermek için, öncelikle suyun koruma - kullanma ilkeleri konusuna ve kaçak- kayıpla mücadele öncelik vermeli. Şehirlerde, gri su, yeşil bina uygulamasının ve yenilikçi teknolojilerin yaygınlaştırılması ile net sıfır su hedeflemelidir.

BURDUR GÖLÜ, DÜNYACA “ULUSLARARASI ÖNEME SAHİP”, HASSAS GÖLÜMÜZ

Burdur Gölü ülkemizin, uluslararası değere- öneme sahip ilk Ramsar Alanlarındandır. Dünya gözetiminde söz vermişiz, Burdur Gölünü, canlılarını koruyacağız diye! Çünkü göl; yaşama nem- su-gıda’ya hayat vermekte. Su olmazsa nem olmazsa, hava, toprak, su her şey kurur. Göl; dün- yanın en önemli kuş göç yolu, dünyada sadece göl havzasının yaşayan ender birkaç canlı türe endemik bitki ve hayvan türlerini barındırması bakımından da, o kadar çok unvan ve koruma özelliği verilmesine ve mutlaka korunmalı denilmesine rağmen, Burdur Gölü ne durumda! Doğal gölün hayatta kalması sadece üzerine düşecek yağışlara mahkum edilmemelidir. Suyu, damarları korunursa yaşamımız korunur.

BURDUR GÖLÜ; SUSUZ KALAN-BIRAKILAN GÖLLERİMİZDEN

Burdur Gölü son yarım asırda başta insanların bilimdışı etkileriyle, su seviyesindeki aşırı azalmamalar ve kalitesinin olumsuz değişimiyle, biyolojik ve ekolojik olarak bir başka göle dönüştü. Göl’de, tuzluluk derecesi artarak gölde aşırı tuzlanma meydana geldi, etrafındaki insan etkinlerinin baskısı nedeniyle kirlendi. Bu hale gelişin başlangıcı 1970 li yılların başı. Yıllardır bu dönemde alınan kararların gölün adeta yok olmasına neden olduğu herkes tarafından kabul edilirken. Yani: 1970, 80 ve 90’lı yıllarda Burdur göl havzasında yapılan devasa Karaçal, Bademli, Karamanlı Barajları; Belenli, Tefeni, Köy Hizmetleri Göletleri yapımından sonra, gölün suyunun giderek azaldığını ve bu günlere neden olacağını 2000 yılı öncesi belirtmemize rağmen, bunda hem fikir olunduğu söylenilmesine rağmen...

Hâlâ gölü besleyen kaynaklar üzerine yapılan yapay oluşumların havza yeraltı ve yerüstü sularının azalmasına neden olacağı konusunda ders çıkarmak istenmezse ve de 2003 yılından sonra havzada 18 yılda 16 BARAJ ve 2 GÖLET yapılması ve aşırı sayıda kuyuların açılmasının müjdelerinin verilmesi gölün yok oluşunun habercisidir. Bu gidişte, yeraltından yer üstünden can suyunun engellenmesi, doğanın su akışına müdahalesiyle, bu bilinmesine rağmen, bilim dışı, popülist su yönetimi davranışla, göl 2100’leri göremeyecektir. Öncesi sonrası insanın elinde!

BURDUR GÖLÜ HAVZASI İÇİN BİR ŞEY YAPMAYA KARAR VERİRKEN;  BİN DEFA DÜŞÜNÜP, BİN DEFA ÖLÇÜP; BİR KERE BİÇMEMİZ GEREKİRDİ!

Elbette; Burdur’unda göletlere, barajlara, kuyulara ihtiyacı var, fakat; gölü besleyen suyun kaynağın önüne  setler  konulmasının  milyonlarca yıllık gölün sonunu hazırlamak (gölün suyunu “çalmak”) ve  sürdürmek, göle, “yıllarca sırtını dönen” insanların “zaten tuzlu” dedikler göl, insan etkinlerinin baskısı nedeniyle  kirlendi ( son yıllarda neredeyse her dönem  bilhassa göl kıyı ve iç kesimlerinde görülen, toksik etkisi olan siyonobakterilerin oluşturduğu  renk değişimine neden olan peltemsi tabakalar ve  köpüklenmeler doğal olay diye geçiştirildi.)

Tıpkı havzada sulak alan kayıpları sonucu azalan nemin nedenini “iklim krizine” yükleyip, işin içinden insan kendisinin kurtulduğunu suçlu olmadığını konusunda kendisini kandırması gibi!..

Gölün yok olmaya, susuz kalmaya,  yüz tutmasının nedeni, Burdur Gölü’nün kendilerine neler kazandırdığının bilincinde olmayanların eseridir!  Bilmelerine rağmen yaparlar mı?  Burdur Göl havzasında, göllerden hep alınmış fakat göllere hiçbir şey verilmemiştir. Sadece lafla, vaatlerle havzanın suyunu, göllerin eski durumuna getirmek mümkün değildir.

Burdur göller havzası son elli yılda çok sayıda gölünü, suyunu kaybetti bu yapay oluşumlarla. Havzada, neyi, nereye, nasıl ve niçin? yapacağımızla ilgili, bin defa düşünüp, ölçüp, bir kere biçmemiz gerekir, çünkü milyonlarca yıllık oluşuma sahip ve canlı varlık olan göllerin eski haline dönmesi oldukça zor hatta mümkün değildir.

O nedenle değişen gölü ilk terk edenler, bence Burdur’un sembolü olması gereken o güzelim dik kuyruklar oldu. Kuşlar bir yeri terk ediyorsa gelecek felaketi haber vermektedirler.

Ne zaman mı? İnsana bağlı! Gölün küçülmesine bağlı olarak bağıl nemin düşmesi, gölün mikro klimaya etkisinin azalması gibi sebepler bölgede kışların daha sert, yazların daha sıcak olmasına sebep olmaktadır. Son aylardaki yağışlar Burdur Gölü ve havzası için de çok önemli kazanç ve fırsattır. Suyun değerini bilerek, suyumuzu iyi yönetmeli, suyumuza, iklimimize günün teknolojisine uygun bitki dokusu ve tarımsal üretimle, şehirleri, yerleşimleri düzenlemek ve her konuda israftan kaçınarak gelecek kuşaklara “su gibi aziz olmanın” armağanını, emanetini bırakmış olalım.

YAĞIŞLAR MEVSİM NORMALİNDE,”BARAJLAR DOLDU TAŞKIN RİSKİ VAR”! “SU KRİZİ” BİTTİ Mİ?

Kış-bahar aylarında; sıcaklık ve yağışların mevsim normallerinde sürmesi,  su kaynaklarındaki suyun hidrolojisi için çok önemli birikim ve kazançtır. Yapılan araştırmalar “iklim krizinin”, “su krizine” etkisinin  %20 oranında olduğunu bildirmektedir. Sorun, ilkim değil, suyun yarınını düşünmeden aşırı kullanımı ve kirletilmesindedir.  Doğal göller ve derelerde su seviyesi giderek artarken, gölet ve barajlarda doluluk oranına yaklaşılmakta ve mart –nisan aylarında ise, bazı yerlerde taşkın riski oluşturabilecektir. Bu durum ülkemizin “su krizini” yaşamayacağının göstergesi değildir. Yaşananlardan ders almayıp, aynı yanlışlara devam edersek, giderek azalan tatlı su kaynaklarımızla birlikte ekosistemimizi de tehlikeye sokarız. Önümüzdeki yıllarda kuraklık sorunu yaşamamak için hidrolojik bakımdan sevileri olumlu düzeye ulaşan kaynaklarımızın hatalı ve verimsiz kullanımı konusunda, yenilikçi teknolojilerin yaygınlaştırılması ile uzun vadeli bilimsel önlemler hedeflenmelidir.

SU TÜKENMEZ BİR KAYNAK DEĞİLDİR, DEĞERİ BİLİNMELİDİR…

Küresel anlamda ve ülkemizde çok daha fazla yaşanan “su kıtlığının” nedeni, suyun değerini önemsemeyip suyu tükenmez bir kaynak olarak görmekten kaynaklanmaktadır. Oysa; her şeyi şekillendiren ve yaşama yön veren sudur. Nüfusun ve ekonominin  katlanarak büyümesi, buna paralel olarak doğa ve çevreye verilen tahribattın giderek büyüyor olması, suyun tükenmez bir kaynak olarak görülmesi; ekosistemi ve özelde de su kaynaklarını korumaktan uzak politikalar,  uygulamalar su kaynaklarının kurumasına- kirlenmesine neden olurken, son yıllarda ülkemizde ve dünyanın nerdeyse yarısından fazlasında;  temiz ve güvenli suya erişememesi, küresel su krizi ve buna bağlı olan  “iklim krizinin”de, “su sorununun”da katlanarak artmasına neden olmaktadır.

   (TTKD Bilim Danışmanı- Hidrobiyolog Dr. Erol KESİCİ)