Her ne kadar Burdur, göç olgusu’nda göç alan bir il olmaktan ziyade, göç veren bir il olsa da; iç göçler, kır’dan ken’e göç hareketleri Burdur’u da etkilemekte... Göç sorunu, Türkiye’de en temel meselelerin başında geliyor. Hele şu son on yılda Suriye iç sava- şından bu yana sığınmacılar meselesi başta olmak üzere büyük şehirlerde ve neredeyse bütün kent merkezleri, büyük ilçe merkezlerinde ‘göç’ en öne çıkan sorunlardan biri olarak kabul ediliyor. Geçtiğimiz hafta Bilecik‘te gerçekle- şen CHP il belediye başkanlarının özel olarak aldığı konu başlıklarından biri de ‘göç’ oldu. Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz‘in de katıldığı bu toplantılarda, göç sorunu bütün yönleriyle masaya yatırıldı. Muhabirimiz M. Fatih Başcı da, gazeteciliğin olmazsa olmaz temel pren- siplerinden ‘fikri takip’ yaparak, Başkan Ercengiz ile Bilecik toplantısını, göç meselesini konuştu.

“Kır nüfusunun hızla azalması göç’ün daha rahat yaşam koşullarına olan serüveninin en temel göstergesi”

Göç, aslında insanoğlu var olduğu günden beri insanoğlunun daha rahat, daha güvenli ve çoğul yaşamı tercih etmek üzere yaptığı hareketlilik. Bizlerin 1071’de Malazgirt’te başlayan serüvenimiz aslında bitmedi. Şöyle bitmedi, biz Anadolu’ya ilk göç ettiğimiz günden beri doğu’dan batı’ya trafiğimiz devam ediyor. Bu araya giren büyük savaşlarda olsa Anadolu insanı, Türkler en iyi koşulları buluncaya kadar yaşam’da arayışımıza devam ettik. Halen de devam ediyoruz. Bugün kır nüfusunun hızla azalması, aslında bu göç’ün daha rahat yaşam koşullarına olan serüveninin en temel göstergesi. Aslında bakarsanız göç olgusu belli bir dengede tutulmalı, belli bir dengede tutulmadığı takdirde kır halkının kente göçüyle devam eden bu süreç maalesef insanımızın üretimden uzaklaşmasını beraberinde getiriyor. Yani; biz 1970’li yıllardan bugüne baktığımız zaman kır kent nüfusu tamamen tersine dönmüş, kır’da yaşayanların sayısı kentte yaşayanların altına oldukça gerilemiş bu da birtakım sorunları beraberinde getirmiştir.

“Kent hizmetlerini köy’e ulaştırarak büyük kentlere göç’ü engellemek zorundayız ki; vatandaşımız, üretimde kalsın"

Her şeyden önce metropol kavramı. Yani büyük kentler kavramı oluşmaya başlamış ve metropollerdeki, büyükşehirlerdeki insanların ihtiyaç duyduğu yaşam alanları, konut ve altyapı, üstyapı talepleri, kendiliğinden oluşan arz talep dengesindeki arz yetersizliği, talep fazlalığı maalesef büyük kentlerde şu anda yaşamda birtakım zorlukları beraberinde getirmiş. Şu önemli, biz çağdaş yaşam şehirlerinde ana kentlerle kırsal arasındaki bağı doğru yakalamak, kent hizmetlerini köye ulaştırmak, kır’a ulaştırmak ve böylece vatandaşımızın yaşam koşullarının daha iyi olduğu algısıyla daha büyük kentlere göçünü engellemek zorundayız. Böyle olsun ki vatandaşımız üretimde kalsın. Böyle olsun ki kırsal’da istihdam artsın. Böyle olsun ki yerinde öğretim, yerinde eğitim, yerinde sağlık hizmetleri üretilsin. Böylece hem köy’e gönderdiğimiz, kır’a gönderdiğimiz, devlet eliyle gönderdiğimiz insanımız orada insanımıza hizmet etsin, kır insanına hizmet etsin hem de farklı bir istihdam kapısını da açmış olalım.

“Göç’ün şehre getirdiği insan yüküyle ilgili bir öngörü yok”

Şehirleşmeyi olumsuz etkilediğini söyleyebilirim. Şundan dolayı olumsuz etkiliyor, bir kere öngörülemeyen bir ihtiyaç ortaya çıkıyor. Bu gıda da, yol da, altyapı da, su da, kanalizasyonda aklınıza ne gelirse birçok ihtiyaç öngörülemiyor. Çünkü; göç’ün şehre getirdiği insan yüküyle ilgili bir öngörü yok. Çünkü; bu bir anda değişebiliyor. Örneğin, Antalya bundan 50 yıl önce günde 50 kişi göç alıyorsa şu anda 600-700 kişi göç alıyor. İstanbul mesela 20 milyona dayandı nüfusu... Bu beraberinde birtakım kültür karmaşasını da getiriyor. Vatandaşımız köy’den kent’e gelirken elbette elindeki mevcut kaynakları da şehre taşıyıp bu kaynaklarla şehirde yaşamını idame ettirmek istiyor. Burdur’da Bağlar mahallesinin yani öncesinde zaten isminin Bağlar mahallesi olmasının sebebi üzüm bağları iken zamanla hayvancılığın vatandaşımız tarafından yapılması nedeniyle hayvancılığın çok gelişmiş olduğu bir mahalle olarak anılmaya başlanıldı. Oysaki; Bağlar mahallesi öncesinde üzüm bağlarının olduğu bir mahalleydi. Şimdi geldiğimiz noktada vatandaşımız kent şartlarında hayvancılığı yaparken de zorlanıyor. Neden zorlanıyor? Yeteri kadar beslenme arazisi yok, ekilip dikilecek alan olmadığı için hayvan besleme şartları küçülen araziler nedeniyle zorlaşıyor. Beraberinde imarlı alanlara çok yakın alanlar olduğu için o alanlarda oturan insanlarla zaman zaman çatışmayı beraberinde getiriyor. Çünkü; hayvancılık yapılan alandaki yani her ne kadar da olsa koku, ses ya da o bölgedeki hayvancılığa bağlı olarak beraberinde gelen hayvansal kirlilikler yakınındaki mahalleleri ve mahalle içerisindeki insanları rahatsız ediyor. Bu da; kent kültürü ile kır kültürünün zaman zaman çatışmasına neden oluyor. Nüfus artmaya başladıkça belki bunu Burdur için söyleyemeyiz, ama büyükşehirler için söylediğimizde çeşitli gettolar oluşuyor. Yani; bu gettolar beraberinde neyi getiriyor örneğin, ülkemizin herhangi bir şehrinden gelmiş insanların bir mahalleyi zapt ederek falanca mahalleliler olmaya başlıyor. O mahallede bakıyorsunuz halk oyunu farklı oynanmaya başlıyor, diğer mahallede türkü farklı söylenmeye başlanıyor. Böylece büyükşehirler içerisinde aslında küçük şehir kültürleri kendiliğinden baskın hale gelmeye başlıyor. Yani siz o mahalleye girdiğiniz zaman düğün salonu yerinde bir okulun bahçesinde zılgıt atan vatandaşlarımızı, horon tepen yurttaşlarımızı ya da zeybek oynayan vatandaşlarımızı bir mahallede görebiliyorsunuz. Yani; bu da şehir kültüründe farklılaşmalara neden olabiliyor. Yani farklı farklı şehir kültürleri oluşuyor...

“Mülteci vatandaşlara hizmet ediliyorsa, yerel yönetimlere doğrudan kaynak aktarılmalı"

Biz geçen hafta,Bilecik toplantısında üst göçü konuştuk. Üst göç, mültecilerin göçü. Hiç tanımadığımız bir kültürle karşı karşıya kaldık. Bu göç’le beraber tüketim arttı. Çünkü öngörmediğimiz bir %10’luk nüfus artışı var ülkede. Beraberinde sağlık sorunlarını görüyoruz. Farklı coğrafyadan taşınan viral ve mikrobiyal enfeksiyonlar bizim ülkemizin tanımadığı, insanımızın tanımadığı birtakım enfeksiyonlara neden oluyor. Belki 100 sene 50 sene sonra su çiçeğini görmeye başladı, el ayak hastalığını görmeye başladı ülke ve ihtiyaçlar, eğitime ulaşım, sağlığa ulaşım, gıdaya ulaşımdaki zorluklar beraberinde de bu mültecilerin suça eğilimini arttırmaya başladı. Biz Bilecik toplantısında bunları, bu tür sorunları, çözüm yollarını masaya yatırdık, bunları konuştuk. Yerel yönetimler olarak talebimizi birinci ağızdan doğrudan hem Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı Fatma Şahin’e ve ilgili Bakanlığa ulaştırılmak üzere bir sonuç bildirgesi hazırladık. Bunu da önümüzdeki günlerde yayınlayacağız. Bu sonuç bildirgesinde en önemli şey şu, herkes barındırdığı sığınmacı kadar ortak fondan pay almalı. Çünkü; biz o Suriyeli, Afgan vatandaşa da hizmet ediyoruz. Ama bunun karşılığında bir bedel almıyoruz. Bu almadığımız bedeli kendi yurttaşımızın hakkından kısmak zorunda kalıyoruz. Yani; bu mülteci vatandaşlara hizmet ediliyorsa hem Avrupa Birliği fonlarından hem de Birleşmiş Milletler fonlarından kaynak aktarılmalı ve bunlar doğrudan yerel yönetimlere verilip yerel yönetimlerin bu kaynakları kullanması sağlanmalıdır.