Action teens araştırmasına göre herkes obezitesi olan ergeni, o ergen de kendini suçluyor! Buna izin vermeyelim!

Adı Ayşegül olan 15 yaşında hayali bir kız çocuğumuz olsun. Onu küçük yaşlardan beri obeziteyle yaşayan bir birey olarak kabul edelim. Ayşegül mutsuz, Ayşegül suçluluk psikolojisi içinde, Ayşegül yanlış kaynaklardan aldığı zayıflamaya dair bilgilerin işe yaramaması nedeniyle umutsuz. Sanıyor ki aslında kontrol edebileceği iştahı yüzünden kilo alıyor, sanıyor ki bu durumun tek suçlusu o. Ayşegül’ün hayali anne babası kızlarının zayıflamasını isteseler de tüm yükü onun üstüne atıp gerekli desteği sağlayamadıkları için zincirin zayıf halkalarından biri olduklarının farkında değiller. “Çok yeme! Hareketini artır!” uyarılarıyla belki doğru şeyler söylediklerini düşünüyorlar ama bu davranışları çocuğun “ben bunları yapamıyorum” algısına, denese de kalıcı sonuca ulaşamamasına neden oluyor. Çünkü Ayşegül bunun bir hastalık olduğunu ve sorunun sadece onun iştahından kaynaklanmadığını bilmiyor. Anne babası da bilmiyor. İşin tuhafı birçok doktor da bunu hala bir hastalık olarak görmüyor. Böylece hatalar sarmalı gittikçe büyüyor ve çocukluğundan itibaren obezite ile yaşayan Ayşegül, sorunun tarafları konuyla ilgili bilgi ve farkındalığını artırmadığı için gelecekte karşılaşabileceği sağlık sorunlarına davetiye çıkartmış oluyor.

AYŞEGÜL’ÜN SUÇU NE?
Sorumuz şu: Ayşegül’ün suçu ne? Yaşamını obezitesi olan bir ergen olarak geçiren bu genç kızın sadece fiziksel hastalık riskleri yok. Ayşegül’ün aynı zamanda büyük bir psikolojik yük ve bir travma öyküsüne sahip olabileceği gerçeğine de dikkat çekmek istiyoruz. Ancak ondan önce obeziteyle ilgili öngörü ve bilimsel gerçeklerden söz edelim. Obeziteyle yaşayan her 5 çocuktan 3’ünün yetişkinlikte de obeziteyle yaşamaya devam edecek olması tıbbi açıdan kanıtlanmış durumda. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde bu konunun detaylarını okuyacaksınız. Öncesinde obezitenin nasıl bir tehlike oluşturduğunu anlatan verileri paylaşalım.

HER 3 ÇOCUKTAN BİRİNİN OBEZİTESİ VAR
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa bölgesi raporuna göre 2005-2006 yıllarında Türkiye’de 11 yaş çocuklardaki şişmanlık oranı 21 Avrupa ülkesinden daha düşükken, 2016 raporunda sadece 11 Avrupa ülkesinden daha düşük çıktı. 2018 Türkiye Nüfus Etütleri Araştırması’na göre 12-17 yaş arası çocukların yüzde 14’ünün kilosu ortalamanın 2 standart sapmasının üzerinde. Buna “obezite riski olan” ya da “fazla tartılı” çocukların eklenmesi, her 3 veya 4 çocuktan 1’inin obezite veya obez olma riski ile yaşadığı anlamına geliyor. Önlem alınmazsa 2030 yılında 5-9 yaş arası ilkokul çocuklarında obezite görülme oranının yüzde 22.9 olacağı, 10-19 yaş arası ergenlerde ise bu oranın yüzde 17’ye yükseleceği öngörülüyor.

ÖNLENMEZSE TİP 2 DİYABET KALP HASTALIKLARI ORANI ARTACAK
Ayşegül’ün yalnız olmadığını ve sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde bu hastalık riskleriyle yaşayan çok sayıda ergen bulunduğunu anladığımıza göre devam edelim. Sizce obezite tek başına ele alınması gereken bir hastalık mı? Uzmanlar bu soruya “Hayır” cevabı veriyor ve bu aynı zamanda başka ciddi hastalıklar için de önemli bir risk faktörüdür” diyor. Çocuklarda obezitenin görmezden gelinmesi halinde yeni neslin tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların da içinde olduğu sağlık sorunlarına yakalanma olasılığının da bir o kadar yüksek olacağı belirtiliyor. Bu noktada günümüzde insan yaşamını tehlikeye atan çok sayıda sağlık sorununun nedeninin ya da tetikleyicisinin obezite olduğunu söylemekte yarar var.

KİLOYLA MÜCADELENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ ORTAYA KOYAN ARAŞTIRMA
Peki ya obeziteyle ilgili tutum, davranış, kaygı ve kiloyla mücadelenin önündeki engeller? ABD’de düzenlenen Obezite Haftası Konferansı’nda sunulan ve Novo Nordisk’in katkılarıyla gerçekleştirilen çok kapsamlı bir araştırma olan Action Teens, çarpıcı sonuçlarıyla dikkat çekiyor. Araştırma, obeziteyle etkili mücadelenin önündeki engelleri ve bu sorunu yaşayan ergenler, ebeveynler ve bu ergenlerin tedavilerini yürüten sağlık çalışanlarının (ağırlıklı olarak doktorların) tutum ve davranışlarını ölçüp değerlendirmeyi hedefliyor. Araştırma için aralarında Türkiye’nin de olduğu 10 ülkeden 5 bin 275 obezitesi olan 10-18 yaş arası ergen ve onlara bakım veren 5 bin 389 ebeveynle görüşülüyor. Değişik alanlarda yöneltilen sorulara çarpıcı yanıtlar alınan çalışma seçilmiş bir grup üzerinde gerçekleştirilmeyip tek kriterin, obezitesi olan ergenler olduğu belirtiliyor.

Prof. Dr. Abdullah Bereket:
OBEZİTE BİYOLOJİK TEMELLERİ OLAN BİR HASTALIK

Action Teens Global Çalışması Türkiye Yürütme Kurulu Üyesi - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Bereket, çalışmanın kendisini bile şaşırtan sonuçlarının başında ergenlerin kilo verememeyi tamamen kendi suçları olarak algılamalarının geldiğini söylüyor. Bereket,“ Bunun bir ergene yüklenen çok büyük bir duygusal yük olduğunu düşünüyorum. Artık biliyoruz ki obezite biyolojik temelleri olan bir hastalıktır. Bu hastalıkta çocuklar sadece daha çok yemek yediği ya da daha az hareket ettikleri için kilolu olmazlar. Asıl sebep biyolojik olarak tutumlu genlere sahip olmaları ve iştah merkezlerinin açık oluşudur” diyor.

TUTUMLU GENLER AVANTAJ MI DEZAVANTAJ MI?
Bu noktada “Ne demektir tutumlu gen?” sorusunu yönelttiğimiz Bereket, “İnsanoğlu taş devrinden bu yana değişik kıtlık ve buzul dönemleri yaşadı. Gıdaların çok nadir olduğu dönemlerde tutumlu genlere sahip kişiler hayatta kalırken diğerlerinin nesilleri doğal seçimle azaldı. Gıdanın az olduğu dönemde tutumlu genlere sahip olmak bir avantajdı. Günümüzün rahat, aktiviteye ihtiyaç duyulmayan ve her şeyin önümüze geldiği gıda bolluğu olan ortamında ise bu genler dezavantaja dönüştü. Değişen yaşam koşulları tutumlu genlere sahip insanların hemen kilo almaya başlamasına neden oldu. ‘Ne yesem yarıyor’ sözünün arkasındaki gerçek budur. Tutumlu gene sahip olanların bazal metabolizması daha yavaş olur. Aynı kaloriyi aldığınız halde ertesi gün bunun bir kısmı vücudunuzda depolanır, hepsini harcayamazsınız. Bu, obezite olarak adlandırdığımız hastalığa yol açan en önemli etmendir” diyor ve devam ediyor. “Problemin çözümü için tıp dünyasının yanıt bulmaya çalıştığı sorular var. Bunlar arasında, ‘Tutumlu genlerle ilgili günümüzün dezavantajlı durumunu nasıl değiştirebiliriz, bazı ilaçlarla bazal metabolizmayı hızlandırabilir miyiz ve iştahı azaltabilir miyiz?’ gibi sorular ön sıralarda yer alıyor” diyor.

BAZI HEKİMLER BİLE OBEZİTEYİ ERGENİN SUÇU OLARAK GÖRÜYOR
Sizce Ayşegül’ün bu bilimsel gerçekten haberi var mı? Peki ya anne ve babasının? Doktorunun? Bu noktada alışılmış davranış kalıpları, obezitesi olan ergene kendini daha da suçlu hissettiriyor. “Daha çok spor yapsaydı. Daha çok kalori harcasaydı. Daha az yemek yeseydi” gibi kötü hissettirmeye yönelik davranışlar sadece halktan gelmiyor. Şimdi okuyacaklarınız obezite artışının neden durdurulamadığına ilişkin şaşırtıcı olmakla kalmayıp sorunu daha iyi kavramanıza da neden olacak. Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Halkı, ebeveynleri geçtik araştırmaya katılan doktorların bile yüzde 15’i bu sorunda obezitesi olan çocuk ve ergenleri suçlu buluyor” diyor ve devam ediyor; “Bu çalışmada yer alan hekimlerin yüzde 56’sı pratisyenler ve aile hekimleri, yüzde 20’si genel pediatristler, yüzde 11’i pediatrik endokrinologlar, yüzde 3’ü gastroenterologlardan oluşuyor. Diyetisyenlerin oranı ise yüzde 5” diyor.

BİRİNCİ BASAMAK HEKİMLERİ OBEZİTEYİ HASTALIK OLARAK GÖRMELİ
Peki bu durumu değiştirmek için ne yapılmalı? Bereket’in ilk önerisi birinci basamak hekimlerinin obeziteyi bir hastalık olarak görmelerini ve daha fazla ciddiye almalarını sağlamaya çalışmak yönünde. Bereket, şu ana kadar tüm farkındalık çalışmalarına rağmen bunun gerçekleşmediğini belirterek, “ Aile hekimi kendisine hangi nedenle gelmiş olursa olsun hastasının fazla kilolu olduğunu gördüğünde bunu gündeme getirip hem hasta hem de ailesiyle konuşmalı. Aile hekimi kısıtlı zaman içinde çocuğun enfeksiyon vb şikayetleriyle ilgilenirken, çocuktaki obezite sorununu yeterince önemli bulmuyor. Biraz da zamanı olmadığı için kolaya kaçarak, ‘İsterse kilo verir’ şeklindeki yanlış düşünceyle hastalığın tüm sorumluluğunu çocuğa yüklemeyi tercih ediyor. Oysa bu çocukların sorununun biyolojik bir temeli olduğunun bilinmesi şart. Bunun mutlaka hormonal bir bozukluk olması gerekmiyor. Bu çocukların genotip olarak bir dezavantajları olduğunu kabul etmemiz ve bu gerçekten yola çıkmamız gerekiyor. Obezitesi olan çocuk ve ergenlerin yardıma ihtiyaçları olduğunu ve bu sorunu kendi başlarına çözemeyeceklerini unutmamalıyız. Bu noktada aile hekiminin, obezitesi olan çocuk ve ergeni uyarması, belli aralıklarla görmek istemesi, basit sağlık önlemleri hakkında bilgilendirmesi veya sağlıklı beslenmeyle ilgili bilinçlendirmek için bir diyetisyene yönlendirmesi önemli fark yaratıyor” diyor.

TIP FAKÜLTESİ SONRASI EĞİTİM ALMIYORLAR
Birinci basamak hekimlerinin tıp fakültesini bitirdikten sonra obeziteyle ilgili herhangi bir eğitim alıp almadığı sorulduğunda, sadece yüzde 43’ünün bu konuda eğitim aldıkları görülüyor. Bu, yüzde 57’sinin konuyla ilgili mezuniyet sonrasında hiç eğitim almadığını gösteriyor. Eğitim almayanlar obezitenin nasıl yönetileceği konusunda fazla fikir sahibi değilken, “Eğitim aldım” diyenlerin yüzde 13’ü bir günlük sempozyum ya da kursa katıldıklarını, gerisi ise sadece 1 veya 2 saatlik eğitimleri olduğunu belirtiyor.

EBEVEYNLERİN YARISI ÇOCUĞUNUN KİLOLU OLDUĞUNU FARKINDA DEĞİL
Araştırma, ebeveynlerin neredeyse yarısının çocuğunun kilolu olduğunun farkında olmadığına ve çocuklarını normal kiloda gördüklerine dikkat çekiyor. “Araştırmaya katılan çocukların vücut kütle indeksine bakılarak obezitesi olan ergenlerden seçildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Abdullah Bereket “Bir şeyin farkında olmazsanız o problemi çözemezsiniz. Ebeveynler hem obezitenin sıklığını hem de bunun çocuğun yaşamına getirdiği stres, kaygı ve geleceğe dönük zorlukları küçümsüyorlar. Onlardan bu süreçte sıklıkla, ‘Bir şey olmaz. Ergenlikte boy atacağı için zamanı gelince verir. Benim çocuğum bu konuda endişelenmiyor. Motive olmadığı için kilo veremez’ türü cümleler duyuyoruz. Sorunun farkında olanlar bile konuyu gereği kadar ciddiye almadıkları için obezite sadece yetişkinlerde değil çocuk ve ergenlerde de artış gösteriyor” diyor.

BAŞLANGICI ERKENSE UZUN DÖNEM ETKİLERİ BÜYÜK OLUR
Prof. Dr. Abdullah Bereket, obezitede en önemli şeyin “zamanında müdahale” olduğunu söyleyerek, geciktirmeyi, kar tanesinin yuvarlandıkça kartopuna dönüşmesine benzetiyor. Soruna zamanında müdahale etmemek yağ hücrelerinin çoğalıp genişlemesine yol açıyor. Bu durumun getirdiği en önemli sonucun kişi gayret edip kilo verse bile vücudun uzun süre alıştığı kiloya dönmeye çalışması olduğu belirtiliyor. Bu durum vücudun fabrika ayarlarının bozulmasına benzetiliyor ve “obezite geri dönüşü” olarak adlandırılıyor. Obeziteyle uzun yıllar yaşayanlarda diyet, egzersiz ve ilaçla verilen kiloların bir süre sonra geri alınması bundan kaynaklanıyor ve vücut yeniden alışmış olduğu vücut kitle indeksine ulaşmaya çalışıyor. Bu nedenle bir bireyde obezitenin başlangıcı ne kadar erken olursa, uzun dönem etkilerinin de o kadar büyük olduğunun unutulmaması gerekiyor.

"Sanırsınız doktorlar seyirci, sosyal medya uzman"

Obeziteyle yaşayan ergenleri, onlara bakım veren yakınlarını ve ağırlıklı olarak doktorları mercek altına alan Action Teens çalışması, obezitede başarıya ulaşılması için önce yanlış düşünce ve hatalı bilgilerin düzeltilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bu yapılmazsa 20 yıl sonra nüfusumuza 100 bin by-pass’lı veya kalbine stent takılmış genç eklenecek. Bu kadarla da kalmayacak ve Tip 2 diyabet, karaciğer yağlanması ve tüm kanser türlerinde artış gibi sağlık sorunlarıyla düşünülenden çok karşılaşılacak. Tüm bunlardan önce gençlerin bilgi kaynağı olarak doktorların yerine sosyal medyayı görme alışkanlıklarını değiştirmeye ve anlamlı bir farkındalık yaratmaya ne dersiniz?

Action Teens, Türkiye’nin de içinde olduğu 10 ülkede obeziteyle etkili mücadelenin önündeki engelleri irdeleyen bir araştırma. Hedef, bu sorunu yaşayan ergenler, ebeveynler ve bu ergenlerin tedavilerini yürüten sağlık çalışanlarının (ağırlıklı olarak doktorların) tutum ve davranışlarını ölçüp değerlendirmek.

Araştırma kapsamında 10 ülkeden 5 bin 275 obezitesi olan 10-18 yaş arası ergen ve onlara bakım veren 5 bin 389 ebeveynle görüşülüyor. Değişik alanlarda yöneltilen sorulara çarpıcı yanıtlar alınan çalışma seçilmiş bir grup üzerinde gerçekleştirilmiyor ve tek kriterin, obezitesi olan ergenler olduğuna dikkat çekiliyor.
OBEZİTE ÇOCUKLUKTA ÖNLENMELİ
Uzmanlara göre obezitenin ortaya çıkışını çocukluk çağından başlayarak önlemek gerekiyor. Bu nedenle bu sürecin anaokulundan başlatılması gerektiğine dikkat çekiliyor. Action Teens Global Çalışması Türkiye Yürütme Kurulu Üyesi - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Bunun nedeni vücut kitle indeksindeki ilk yükselişin 4 -5 yaştan itibaren başlamasıdır. O yükseliş ne kadar erken başlarsa çocuğun gelecekte obezitesi olan bir yetişkin olma olasılığı o derece yüksek olacaktır. Damak tadı ve beslenme alışkanlıklarının sağlıklı şekilde oluşturulması ise o çocuğun normal kiloda olmasını sağlayacaktır. Obezite çocuklarda biyolojik temeli olan bir hastalık da olsa beslenme şekli ve yaşam tarzı değişiklikleriyle kiloyu belli oranda tutma şansımız var” diyor.

TÜM KANSER TÜRLERİ 3 KAT FAZLA GÖRÜLÜYOR
Çalışmalarda oranlar değişmekle birlikte genel olarak ergenlik çağına obez olarak giren erkeklerin %30 kızların ise %80'i erişkin yaşamlarını da obezitesi olan bireyler olarak sürdürüyorlar. [AB1] Bu çocuk ve gençler sadece bu sorunu yaşamakla kalmayıp kalp-damar hastalıkları, tip 2 diyabet, karaciğer yağlanması ile psikiyatrik bozukluklar açısından da risk altında yaşıyor. Obezitesi olan bireylerde obezitesi olmayanlara göre tüm kanser türlerinin 3 kat fazla görülmesi de dikkate alınması gereken bilimsel gerçekler arasında değerlendiriliyor. Tip 2 diyabette son 20 yılda 10 kat artışın temel nedeninin de obezite artışı olduğu belirtiliyor. Bu artışın nedeni genetik olarak obeziteye yatkın (dezavantajlı) bireylerde yaşam tarzı değişikliği olarak görülüyor.
AİLELER FARKINDA DEĞİL
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporlarında, Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde erişkinlerde obezitenin en çok görüldüğü ülke olarak ilk sırada yer alıyor. Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Çocuklarda 11. sıradayız ama burada da bir yükseliş söz konusu. Obezite riski bulunan ve obezitesi olan çocuk ve ergenler özelinde ifade edersek her 4 çocuktan 1’i bu riski taşıyor” diyor ve devam ediyor; “Şişmanlık zaman içinde artış gösteriyor. Çocuklar doğaları gereği daha aktif olmalarına karşın fast food türü beslenme şekli, şekerli içecekler, kahvaltıda ekmek üzerine sürülen şekerli gıdalar ve benzeri alışkanlıkları yüzünden bu tehlikenin artmasına neden oluyorlar. Buradaki en büyük sorun çocukların ailelelerinin de bunun farkında olmamaları. Obezitesi olan bir çocuğun annesi doğrusunun bu olduğunu düşünerek, eve gazlı içecek sokmadığını, bunun yerine doğal olduğunu düşündüğü meyve suyu, buzlu çay içeceği veya kendi yaptığı meyve kompostosunu tercih ettiğini söylüyor. ‘Ne kadar şeker koyuyorsunuz’ sorumuza ise ‘asitli içeceklerde bulunandan daha az’ cümlesiyle, hazırladığı gıdanın doğal ve kalorisiz olduğuna dair doğru olmayan bilgiye inandığını gösteriyor” diyor.

BASİT ŞEKER TÜKETMENİN TEHLİKELERİ
Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Gazlı içeceklerde olan sorun taze sıkılmış meyve suları için de geçerli. Meyve, doğal ve sağlıklı bir gıda olmasına karşın meyve suyu en obezojenik gıdalardan biridir ve sanıldığı kadar iyi bir şey değildir. 2-3 ay süreyle her gün meyve suyu içerseniz karaciğeriniz yağlanır. Buna karşı meyveyi posasıyla tüketmek meyvenin suyunu içmekle aynı değildir. Meyveyi bütün olarak yediğinizde meyvedeki şeker, yine meyvede bulunan posa ve lifler nedeniyle barsaklardan yavaş emilir. Kana yavaş karıştığı için de şekeri daha az yükseltir ve insülin yanıtını uyarmaz. Meyve suyu ise hızla emildiği için kan şekeri hızlı yükselir ve buna cevap olarak insülin de hızla yükselerek pik yapar. İnsülinin görevi şekeri hücre içine sokmaktır. Hücre içine giren şeker glikojen ve yağ olarak depolanır. Şeker hücre içine girince kan şekeri düştüğü için kişi 1 saat sonra yeniden acıkıp yemek yeme ihtiyacı duyar. Basit şekerler böyle bir soruna neden oldukları için tüketmekten kaçınmak gerekir” diyor. Bereket, Aileler beslenmeyle ilgili bu temel bilgilerin farkında olmadığında ve bunun biyolojik temelli bir hastalık olduğu gerçeği atlandığında içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağı ile karşılaşıldığına dikkat çekerek devam ediyor; “Çocukların davranış ve alışkanlıklarında anne babaların çok büyük etkisi olduğu bir gerçektir. Aileler obezitesi olan çocuklarına yardım etmek istiyorlarsa bu çok önemli temel bilgilerin farkında olmak zorundadırlar. Bu yapılmazsa mücadelede istediğimiz noktaya gelmemiz mümkün değildir” diyor.

Prof. Dr. Abdullah Bereket: 20 YIL SONRA NÜFUSA 100 BİN BY PASS’LI GENÇ EKLENECEK
Prof. Dr. Abdullah Bereket, bu hızla gidilirse, Türkiye’nin başa çıkılamaz bir kalp - damar hastalığı ve diyabet yüküyle karşı karşıya kalacağına dikkat çekiyor. Buna ülkenin sağlık bütçesinin bile yetmeyeceğini söyleyen Bereket’e göre bu noktada ileri görüşlü olmak ve geleceği düşünmek şart. Obezite hastalığıyla mücadelenin birçok ayağı olduğunu ve bunlardan birinin eksik kalması halinde başarılı olunamayacağını söyleyen Bereket, “Bu yükselişi durduramazsak 20 yıl sonra nüfusumuza 100 bin by pass yapılmış veya kalbine stent takılmış genç insan eklenecek” diyor. Uzun süreli gözlemsel çalışmalar 5 yaşında bir çocuğun bugünkü kilosuna bakarak gelecekte kalp krizi geçirme riskinin öngörülebileceğine işaret ediyor.

ERGENLERİN ÇOĞU DOKTORA ZORLA GÖTÜRÜLÜYOR
Obezitesi olan bir ergen, eğer obeziteden kurtulma kararı vermiş ve “Ben bu sorunu aşacağım” diye düşünüyorsa hem doktoru ve tedavisinde görevli sağlık ekibiyle hem de ailesiyle işbirliği yapıyor. Buna karşın doktora, anne babasının ısrarı veya zoruyla giden ergenlerin tedavi sonuçlarının başarılı olmadığı görülüyor. Çoğu ergenin doktora zorla götürüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Abdullah Bereket, bu çocuk ve gençlerin kendilerine güvenmediklerini, ve sıklıkla “iştahımı kontrol edemiyorum” dediklerini söyleyerek devam ediyor, “Bu araştırmadan çıkan en önemli sonuçlardan biri de çocuklara ‘kilo vermenizin önündeki en büyük engel nedir?’ sorusu sorulduğunda da aynı yanıtın alınmasıydı. Bunun nedeni bu çocuklarda var olan ‘tutumlu genler’ ve doygunluk sinyalinin beyindeki iştah merkezine daha geç gitmesidir. Çocuklar bu bilimsel gerçekleri öğrenip bunun bir hastalık olduğunu fark ettikten sonra beyinlerindeki obezite algısı tamamen değişiyor” diyor.

YÜZDE 65’İ “BENİM HATAM” DİYOR
Bunu fark etmeden önce obezitesi olan ergenlerin yüzde 65’inin bu soruna “benim hatam” gözüyle baktıkları belirtiliyor. Soruna yol açan bilimsel gerçekleri öğrenen ergende bu psikolojik yük azalıyor. Bunun hata kaynaklı olmaktan çok nedenleri olan bir hastalık olması rahatlama hissi yaratıp yükten kurtarıyor. Arkadaşının da kendisi kadar yemek yemesine rağmen kilo almamasının altında yatan nedeni öğrenen ergen, bu sorunla ilgili olarak kendisini suçlamaktan vazgeçiyor. Bunun sonucunda gelinen nokta obezitesi olan ergeni vicdani yük ve travmadan uzaklaştırıyor. Prof. Dr. Abdullah Bereket, “O yaştaki bir çocuğa ‘bu senin hatan’ demek ve suçlu hissettirmek yanlış ve işe yaramayan bir tutumdur. Bundan kaçınılması gerekir” diyor ve devam ediyor, “Zayıflamak için bize başvuran çocuk ve ergenlere yıllarca, “Daha az ye! Daha çok hareket et’ dedik. Anne babalar da bizi destekleyerek çocuğuna ‘Bak duydun mu bunlar hep senin hatan! Bundan sonra daha dikkatli ol’ diye onayladı. Oysa bu kimsenin hatası değil. Bu soruna yol açan ve biyolojik yapından kaynaklanan problemi birlikte çözebiliriz “ mesajı vermenin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. Bu noktada çocuktan alınan psikolojik yükün sonrasında bu mücadelede yalnız olmadığını hissetme duygusu çocuğun özgüvenini ve sorunu yönetip çözebileceğine olan inancını artırıyor. Bu da yaşam boyu sürecek olan sağlıklı beslenme ve aktif bir yaşam sürme konusuna odaklanmalarını sağlıyor.

BİLGİYİ DOKTORLARDAN DEĞİL SOSYAL MEDYADAN ALIYORLAR
Novo Nordisk’in katkılarıyla gerçekleşen araştırmanın dikkat çeken sonuçlarından biri de obeziteyle yaşayan ergenlerin yüzde 58’sinin kilo kaybetme konusunda bilgi almak için sosyal medyaya başvurması. Ergenlerin yüzde 31’inin bilgiyi Youtube’dan yüzde 27 sinin ise sosyal medya sitelerinden aldığı belirtiliyor. Başvuru kaynağı olarak doktora gitmek yerine sosyal medyanın tercih edilmesi çözümsüzlük ve kısır döngü kaynağı olabiliyor. Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Sosyal medyada denetim söz konusu değil. Burada isteyen istediği şeyi yazıp söyleyebiliyor. Sosyal medyada doğru bilgi veren kaynaklar da olmakla birlikte çoğunlukla bilimsel temeli olmayan öneri ve reklamlar içeren bazı yanlış kaynaklar tehlike ve umutsuzluk yaratıyor. En basit örnekle her gün düzenli içilen lahana çorbasının zayıflattığı yolundaki haberler buna umut bağlayan bir ergende hem zaman kaybına hem de işe yaramayan yöntemler nedeniyle umutsuzluğa düşüp mücadeleden vazgeçmeye neden oluyor. Başarısız denemeler ve mucize vaat eden yöntemlerin çok yıkıcı sonuçları olduğunu unutmamalıyız” diyor.

KIZ ÇOCUKLARININ OBEZİTESİ DAHA ÇOK ÖNEMSENİYOR
Action Teens çalışmasında, obeziteyle yaşayan ergen kızların bu konudaki kaygı ve etkilenme düzeylerinin daha fazla olduğuna dikkat çekiliyor. Bunun sadece Türkiye’de değil dünyada da böyle olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Bu hastalık kızlarda sadece sağlık değil aynı zamanda estetik bir sorun olarak algılanırken erkeklerde durum böyle değil. Erkekler dış görünüşlerini kızlar kadar önemsemiyor. Obezitesi olan ergen kızlara ‘Sizi ne motive eder’ sorusu yöneltildiğinde alınan cevabın ‘Zayıf arkadaşlarım gibi görünmek istiyorum’ olması bunun kanıtı” diyor. Ailelerin oğullarından çok kızlarının kiloları konusunda endişe duymaları da araştırmadan çıkan çarpıcı sonuçlar arasında yer alıyor.

EBEVEYNLERİN YÜZDE 37’Sİ “ÇOCUĞUN SORUMLULUĞU” DİYOR
Araştırma sağlık çalışanlarının davranış ve hasta yaklaşımları konusunda da önemli fikirler veriyor. Buna göre çok sayıda sağlık çalışanı “çocuk rencide olur” inanışıyla obeziteyi görmezden geliyor ve bu konu hakkında çocukla veya ebeveynleriyle konuşmaktan çekiniyor. Aynı inanışın ebeveynlerde de olduğu belirtiliyor. Ebeveynlerin yüzde 34’ü çocuğu kilolu olduğu halde bunu normal görürken, yüzde 37’si “kilo verememek çocuğun sorumluluğu” diyor.

KİM EN BAŞARILI?
Peki obeziteyle yaşayan bir ergenin kilo vermesindeki en önemli unsur ne? Bu sorunda en başarılı olanlar bunu nasıl yapıyorlar? Prof. Dr. Abdullah Bereket bu soruya, “Bu, ortaklık gerektiren bir süreçtir. Biz çocuk ve ergenlerin tedavilerinde başarılı olmak için anne ya da babadan (biri veya her ikisi de kiloluysa) bu süreçte çocuklarıyla ortak hareket etmelerini istiyoruz. Bunu başaranlarda anne ve babanın kilo verme oranıyla çocuğunki birebir orantılı çıkıyor” diyor ve devam ediyor; “Aile ortamını, yaşam alışkanlıklarını değiştirdiğimiz ve bu konuda tüm aile fertleri arasında gönüllü işbirliği oluşturduğumuz zaman sorun karşısında çok daha başarılı oluyoruz. Mutfak değişiyor, yaşam tarzı değişiyor, hareket artıyor ve alınan sonuç herkesi mutlu ediyor.” Bunu başaranların oranının yüksek olmadığını belirten Bereket, “Bu yüzde 10 -15’i geçmez. Hedefimiz bu oranın artmasını sağlamak olmalı. Anne ya da babanın sorunu umursamadığı durumlarda başarıya ulaşılması mümkün olmadığı için bu noktada çocuğu yalnız bırakmak ve tek başına sorumluluk yüklemek en büyük yanlış” diyor.

OBEZİTE TEDAVİSİNDE İLAÇLARIN YERİ
Obezitedeki artışa rağmen umutlu olduğu konular da bulunduğunu söyleyen Bereket, bu umudun nedenlerinden birinin de ilaçlarla ilgili yapılan yeni keşifler olduğuna dikkat çekerek “Bu konuda son 5 yılda mide bağırsak sisteminden salgılanıp beyne doygunluk sinyali gönderen hormonların kullanımıyla ilgili önemli gelişmeler var. Bunu sağlayan ilaçların oldukça etkin olduğu görüldü. İştah üzerine etkili ve farklı mekanizmalarla işleyen ilaçlar da söz konusu. 12 yaş sonrası ergen ve yetişkinlerin doktor önerisi ile uygulayabilecekleri bu ilaçların çoğu günlük veya haftalık enjeksiyon gerektiriyor. Bunlar kas altı enjeksiyonlar olup insüline benzer şekilde vücudun değişik bölgelerine yapılabiliyor. Bu ilaçların kullanımı bütün sorunların mucizevi şekilde sona ermesi anlamına gelmiyor. İlaç bırakıldıktan sonra vücut yine o kiloya çıkmaya yönelik bir eğilim gösterebiliyor. Şunu söylemeliyim ki obezite ile yaşayan ve sağlık sorunları olan bireylerde ilaç tedavisi kaçınılmaz olsa da bu mücadelenin sadece ilaçla gerçekleşemeyeceğini unutmamak gerekiyor. Obezitenin tedavisi önlemektir. Şu an için herkeste işe yarayıp obeziteyi yok eden bir ilaç olmadığı gibi inanışıma göre gelecekte de olmayacaktır. Buna karşın bazı ilaçlardan yararlanarak obezitenin derecesini azaltabileceğimizi düşünüyorum. Tam da bu nedenle odak noktamız obeziteyi önlemek olmalıdır. Bu ise ancak çocukluk çağından başlayacak önlemlerle mümkündür.

(kaynak: Habertürk sağlık yazarı Ceyda Erenoğlu)