Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) önde gelen ekonomi kurmaylarından İzmir Milletvekili ve CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, dün Burdur’a gelerek çeşitli temas ve incelemelerde bulundu, halkla buluştu. TBMM İdare Amiri ve Burdur Milletvekili Mehmet Göker, Burdur Belediye Başkanı Ali Orkun Ercengiz, Yeşilova Belediye Başkanı Mümtaz Şenel, CHP İl Başkanı İzzet Akbulut, Merkez İlçe Başkanı Serkan Şimşek, Kadın Kolları Başkanı Ziynet Gezer ve CHP’li yöneticiler ile birlikte dün gerçekleştirdiği Burdur turuna, 1. OSB’deki işletme ziyaretleri ile başlayan, Burdur ekonomisinin nabzını tutumaya çalışan Böke, öğle saatlerinde ise, İstasyon Park’ta düzenlenen etkinlikte; Burdurlulara seslendi. Başta pandemi süreci olmak üzere güncel meseleler hakkında konuşan Böke, uzmanlık alanı olan ekonomiye de geniş bir şekilde değinerek, Türkiye’nin AK Parti iktidarının yanlış ekonomi tercihleri yüzünden derin bir buhranın içine süreklendiğini öne sürdü. CHP’li Selin Sayek Böke’nin konuşmasında öne çıkan pasajlar şöyle: “Türkiye'nin içinden geçiyor olduğu bu ağır koşullarda sahada bu gerçeği yaşıyor olanlarla temas halinde olanlarımızın birbiriyle konuşmasına ve sorunu yaşayanın çareyi üretmesine çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Birbirini duyan ve birbirine el uzatan, dayanışmacı ruhu gerçek bir devlet anlayışı ile var eden bir yeniye ihtiyacımız var. Bu buluşmalarımız sadece yaşadığımız sorunları tespit ve birlikte konuşma, buluşmaları değil aynı zamanda bu sorunları nasıl aşacağımıza dair, nasıl bir çareyi ortaya koyarsak eğer Türkiye'nin yeniden bir arada refah içerisinde, eşit paylaştığı özgür günlere kavuşacağınında reçetesini konuşma fırsatını veriyor bize. Bugün yaşıyor olduğumuz bu ağır koşulları hepimiz çok iyi biliyoruz. Türkiye çok boyutlu bir krizden geçiyor. O derece ağır bir buhran hali var ki demokrasimiz yok edilmiş. İşte bu hafta Anayasa Mahkemesi'nin kararını yok sayabilecek kadar kibirlenmiş bir yerel mahkemenin Enis Berberoğlu'nun millet tarafından verilmiş yetkisinin gasp edildiğine bir kez daha şahit oluyoruz. İşte bu mücadele hukuken verilmesin diye baroları böldüler. Aynı şekilde bugün içinde yaşıyor olduğumuz ağır sağlık krizinde de burada halkın sağlığının gözetilmesi gerekir. Halkın sağlığının gözetilebilmesi için her şeyden önce salgının gerçekliğinin ortaya konulması gerekir. Veriler doğruyu yansıtmalı diyen Türk Tabipler Birliği'ne yapılıyor olan saldırıda işte aynı yerden beslenmektedir. Gerçeği gözden kaçırmak isteyen, adaletin mücadelesini veren, adalet savaşçılarını yok eden, salgına karşı halkın sağlığını korumayı kendi sağlığını yok sayarak yapıyor olan sağlıkçı ile kavga eden ve milletin iradesini yok sayarak milletin seçtiği vekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) sokmayan ağır bir yıkımın karşısındayız şu anda yaşıyor olduğumuz şeyi doğru tarif etmeliyiz. Karşımızda bir tek adam rejiminin Türkiye Cumhuriyeti'ni var etmiş olan bütün ilerici anlayışını yok etme kararlılığında bir iktidar var. Bütün gücü tek kişinin elinde toplamış olan yani halkın iradesini saraya mahkum etmiş olan bir anlayış. Kurumları yok etmiş olan ve kurumların yerine şahısları koymuş olan bir anlayış. Kuralları ve hukuku yok etmiş olan, onun yerine bir kişinin keyfi ve o kişinin keyfinin tarif ettiği kuralsızlığı da yatıyor olan bir yıkım var karşımızda. Bugün Anayasa Mahkemesi'nin kararını yok sayabilecek olan, kendinde böyle bir iradeyi gören mahkeme anlayışında karşımıza bir hakimin ismi çıkıyor Seyyar. Mahkeme mahkeme dolaşıyor gazeteciyi mahkum ediyor, siyasetçiyi mahkum ediyor, tek bir kişinin talimatını uygulamakla kendini yükümlü gören tek bir kişinin ortaya çıkardığı yıkım. Bunun karşısına 83 milyonun ortak iradesini koyma sorumluluğumuz var. Dolayısıyla yaşıyor olduğunuz bu yıkımın sadece bugünün karanlığını doğru tespit etmek adına tekrar ediyorum. Yoksa bu karanlığın ortaya çıkartması gereken duygu bir umutsuzluk değil bilakis bu karanlığı aşabilecek olan reçetede, bu karanlığın neden kaynaklandığını doğru tespit ettiğimizde karşımıza çok net çıkıyor. "Cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmakla yükümlüyüz" Bugünkü yıkımı doğuran şey saray rejimi ise eğer ki öyle olduğunu biliyoruz. O zaman bu yıkımın karşısında ortaya konacak olan yeninin tarifi de sarayın karşısına halkın iradesini koymak olacak. O zaman işte güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yüzyılının öyküsünün temelinde yatıyor olan Cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmakla yükümlüyüz. Çünkü biz saraylardan alınmış iradenin halkın iradesine dönüşmesinin nasıl bir kalkınma, nasıl bir milli birlik beraberlik, nasıl bir Cumhuriyet devrimi yarattığının geçmişinin mirasını taşıyanlarız. O zaman gelecek için yazılacak olan hikayenin de nereden yazılacağı belli. 21. yüzyılda yeniden Cumhuriyetimizi ayağa kaldıracak ve yeniden demokrasi dedirtecek, saraydan iradeyi alıp halkın iradesini yönetime taşıyacak adımları atmak zorundayız. İşte tam da bu nedenle ikinci yüzyıla çağrı beyannamesini Temmuz sonunda gerçekleştirdiğimiz kurultayda hep beraber kabul ettik. İkinci yüzyılın iktidarını biz kuracağız. Bizden başkası kuramaz ve ikinci yüzyılın iktidarının en önemli adımı işte bugün ortaya çıkmış olan hukuk yıkımını işte bugün ortaya çıkmış olan demokrasi yıkımının yerine güçlü bir parlamenter demokrasi ile bağımsız bir hukukla işleyen sayıştayı ile çalışan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yeniden halkın sesinin yönetimde olduğu ve yeniden bizlerin bir arada demokratik bir biçimde Türkiye'yi aydınlığa kavuşturacağımızın, temsilcisi de iktidar iddiasının sahibi de biziz. Yapmaya geliyoruz, reçetesi elimizde. "4 milyon vatandaşımız iş aradığı halde iş bulamıyor" Bugün sadece ağır bir demokrasi krizi ile karşı karşıya değiliz. Çok ağır bir ekonomik buhranı da yaşıyoruz. 83 milyonu doğrudan etkileyen bir buhran'dan bahsediyor, her hanede ortalama 1 kişi işsiz. 4 milyon vatandaşımız iş aradığı halde iş bulamıyor. Yani resmi rakamlara göre işsiz. 4 milyonun üzerinde yurttaşımız artık iş arasam da bulamam diye düşünüyor. Umudunu kaybetmiş, iş dahi aramıyor. İş aramadığı içinde istitistiklere işsiz olarak geçmiyor. Oysa ki iş aramayacak kadar umudunu kaybetmiş. Ona umudunu kaybettirmiş olanın ne olduğunu doğru tespit edersek çareyi de o kadar net ortaya koymamız mümkün olur. "İktidarın kabul ettiği tarife girenlerin iş bulabildiği bir torpil düzenindeyiz" Bu umudu kaybettiren nedir? sorusunun 2 yanıtı var. Birincisi arasam da bulamam diye düşünüyor. Çünkü sadece son 1 yılda bu ülkede bir buçuk milyona yakın iş yok olmuş. Var olan istihdam, çalışan fabrikalar, işleyen tarlalar bir buçuk milyon iş kaybolmuş, yok olup gitmiş. Etrafına bakıyor çalışmış olanların işini kaybettiği bir yerde arasam da bulamam diye düşünüyor. Ama bir bu kadar önemlisi de arasam da bulamam dedirten bir şey de bugün kurulmuş olan kayırmacılık düzeni. Arasam da bulamam diye düşünüyor çünkü ancak iktidara yakın olanın, ancak saraya yakın olanın, ancak ahbap çavuş ilişkileri içerisinde bugünkü iktidarın kabul ettiği tarife girenlerin iş bulabildiği bir torpil düzenindeyiz. Neyi bildiğinizin değil kimi tanıdığınızın önemli olduğu bir düzendeyiz. Oysa ki kendisine yatırım yapmış olan, eğitiminde kendini var etmiş olan, emeği ile var olmak için bir mücadele vermiş olan milyonlar için kimi tanıdığı değil ne bildiğinin önemli olduğu bir düzene ihtiyaç var. Cumhuriyetin en önemli devrimsel özelliği buydu. Laiklik ile herkesi içine alan, herkesin özgürlüğünü koruyan, laik ve bilimsel bir eğitim ile her çocuğun eşit fırsatlarla erişebildiği Anadolu Liseleri, Cumhuriyet Liseleri ile hepimizin ben de okursam yapabilirim diyebileceği bir geçmişten geliyoruz. Oysa ki bugünün düzeninde okursam yapabilirim dedirtmeyen, birini tanırsam belki olabilir dedirten bir ahbap, çavuş düzeninin içerisindeyiz. "Eğitimin herkese ücretsiz sağlandığı bir sosyal devleti kurmak zorundayız" O zaman reçete belli. İhtiyacımız her çocuğun eşit fırsatlar ile erişebildiği ve bir kamu hizmeti olarak eğitimin herkese ücretsiz sağlandığı bir sosyal devleti kurmak zorundayız. Bu iktidar yapmaz ama biz yapabiliriz ve iktidar iddiamızın en önemli parçası işte böylesi bir eğitim reformunu içeren güçlü bir sosyal devletten geçiyor. Sadece umudunu kaybettiği için 4 milyona yakın yurttaşımız iş aramaktan vazgeçmiş değil. Bir de pandeminin arkasına gizlenerek ücretsiz izine mahkum edilmiş olan ve ücretsiz izin ile işini kaybettirmediği iddia edilen ama günde 39 liralık sefalet ücretine mahkum edilen Türkiye'de neredeyse iki buçuk milyon yurttaşımız var. Onlarda işsiz. Yarım zamanlı çalışanları da eklediğinizde Türkiye'de esasında 14 milyona yakın insan çalışabilir durumda, emeği ile var olabilecek koşullara sahip isteği de var ama olması mümkün olmayan bir düzen dayatılmış vaziyette. "Yurttaşına dayanışma ile el uzatan bir sosyal devlete ihtiyacımız var" İşte; burada ikinci yüzyılda güçlü bir sosyal devlet iddiasını taşıyan bir iktidara ihtiyacımız var. Yurttaşına dayanışma ile el uzatan, yanındayım, yapabilirsin dedirten bir sosyal devlete ihtiyacımız var. Bizim iddiamız da budur. Bugün geliri yetmediği için böylesi bir devleti yanında hissetmeye ihtiyaç duyan milyonlara ben buradayım, aile destekleri sigortası programıyla ihtiyaç duyduğun temel geliri sana hakkın olduğu için verecek bir devleti kuracağız diyen biziz. Biz söylüyoruz bunu. Aile destekleri sigortası programıyla Türkiye'de hiçbir yurttaşın temel ihtiyacını giderme kaygısı kalmayacak. İhtiyacını hakkı olduğu için alabildiği bir Devleti biz var edeceğiz. Birine yandaş olduğu için değil, bir siyasi partiye sadakat gösterdiği için değil, belli bir etnik kimlikten geldiği için değil, belli bir inanca sahip olduğu için değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin eşit yurttaşı olduğu için hakkını devletten alabildiği bir düzeni bir kuracağız. "Sayıştay denetimi olmadığı için bizim vergilerimizin nereye harcandığını denetleyemiyoruz" Sadece aile destekleri sigorta programı ile değil bu programa bugün mecbur olduğu için ulaşmak zorunda kalan vatandaşımıza bundan sonra devlete muhtaç olmayacağı koşulları da sosyal devlet sağlamak zorunda. Nasıl? derseniz yeni istihdam alanları yaratan, yatırım yapan, üreticiyi destekleyen, kendisi de üreten üreticinin de gücünü arttıran bir sosyal devletle işte bugün kaybedilmiş olan bir buçuk milyon istihdam yerine kurduğu fabrikalarla istihdamı yaratan bir devletten bahsediyoruz. Bu iktidar ne yaptı? elde olan her şeyi sattı. Bizim biriktirdiğimiz, bizim olan miraslarımızı varlık fonuna aktardı. Varlık fonuna özel bir şirket olarak kurdu, özel şirketin başına sarayda Cumhurbaşkanı, AKP’nin Genel Başkanını getirdi. Yardımcılığına da onun damadını getirdi. Sayıştay denetimine tabii değil, ticaret kanuna tabii değil, rekabet hukukuna tabii değil. Sayıştay denetimi olmadığı için bizim vergilerimizin nereye harcandığını denetleyemiyoruz. “Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden ayağa kaldıracağız” Oysa ki biz iktidara geldiğimizde varlık fonu ile ipotek altına alınmış olan bütün o fabrikaları, bütün o üretim alanlarını yeniden halkın yapacağız. Bugün yaşıyor olduğumuz krizin bir sebebi de bunca işsizliğe yol açan bu düzen ranttan kaynaklanıyor. Bu iktidar yurtdışına, vatandaşa, halka üretim imkanı yaratmak yerine kendi yandaşına rant yoluyla para aktarmayı seçiyor. % 99'u yok sayıyor var olan % 99'un emek emek ödemiş olduğu vergileri % 1 yandaşa aktarıyor. Bu düzeni değiştireceğiz. Bugün yaşıyor olduğumuz kriz içerisinde esnaf kan ağlarken, çiftçi kan ağlarken, kantinci kan ağlarken, öğretmen kan ağlarken, sağlıkçı canı tehdit altındayken iktidar bir sosyal devlet yükümlülüğüyle ben buradayım demek yerine rantçı yandaşına vergi affı ile meşgul. Sadece bu senenin bütçesinde 19 milyar lira hazine garantililerini, döviz bazlı geçmediğimiz yollar, kullanmadığınız köprüler ve müşterisi olarak görüldüğümüz Şehir Hastaneleri için verilmiş olan garanti 19 milyar lira. Bir avuç şirkete gidiyor. 19 milyon eve 1000'er liralık ben buradayım, devlet olarak yanındayım diyen doğrudan gelir desteğini vermek yerine 19 milyar lirayı bir avuç yandaş şirkete hazine garantisi olarak ödüyor. Biz 19 milyon haneye 1000'er liralık desteği veriyor olacağız. Hakkı olduğu için vatandaşın, verdiği verginin karşılığı bu olduğu için veriyor olacağız. Bir lütuf olarak değil. Oysa bugünkü iktidarın bakanları, atanmış bakanları, emeklinin emek verdiği dönemde ödediği paradan vermekle yükümlü olduğu emekli maaşını vermesini bir lütuf olarak sunuyor. Biz lütfeden bir devlet değil, yükümlülüğünü ve sorumluluğunu bilen bir sosyal devleti kuracağız. Bu senenin bütçesinden sadece 19 milyar lira vermiyor. Daha yeni ihale verdikten hemen sonra bir de 9 milyar liralık vergisini sildi. 9 milyar liraya yüzbinlerce KOBİ, yüzbinlerce esnaf kurtarılabilirdi. Bugün kan ağlıyor olan, çalışamıyor olan ve tekel güçlere mahkum edilmiş olan çiftçilerimiz kurtarılabilirdi. Başka bir şey yapmak mümkün, reçetesi bizde ikinci yüzyılı hep beraber kuracağız. Güçlü bir parlamenter demokrasiyle ve güçlü bir sosyal devlet ile Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden ayağa kaldıracağız.” -Muhammet Fatih Başcı