1 - 7 Mart tarihleri arasında icra edilen ‘Deprem Haftası’nın en önemli amacı deprem gerçeğini hatırlatarak, deprem bilincinin oluşmasına katkı sağlamak, toplumun olası depremlere karşı en iyi şekilde hazırlanmasını sağlamak... Türkiye’de 83 milyona ulaşan nüfusun yüzde 98’i deprem kuşağı üzerinde yaşıyor. Burdur’da birinci derece deprem bölgesinde. Batı Akdeniz Bölgesi’ndeki Burdur ili, deprem gerçeğini tarih boyunca  hep yaşayan bir yerleşim yeri oldu. ‘Burdur- Fethiye Fay Zonu’ üzerinde yer alan, birinci derece deprem bölgesinde bulunan,  5-6 Ekim 1914’de büyük Burdur depremini yaşayan Burdur şehri, 12 Mayıs 1971’te bir kez daha sarsıldı!.. “Sorumlu yayıncılık anlayışı ve insan odaklı habercilik ilkeleri” doğrultusunda, Burdur’da deprem gerçeğini hatırlatmak, Deprem Haftası’nda şehrimizde deprem bilincini katkı sağlamak istedik. Yeni Gün’ün ‘Deprem Haftası’ kapsamında hazırladığı, çarpıcı özel dosyalardan biri de; Yazıköy- Yarıköy çalışması oldu. Sahaya inerek, yollara düşen, 1971 Burdur depreminin merkez üssü Yazıköy - Yarıköy’e giden Yeni Gün ekibi 49 yıl önce depremi yaşayan insanlarla görüştü. Süleyman Mutlu, Halil Özkan, Nazmi Özyürek, Mehmet Sezgin, Sultan Altınkaynak gazetemize konuşarak, 71 depremini anlattılar.... “Sabah’tı, 12 Mayıs 1971 Çarşamba günü sabahı... Saat tam 08.25’de Burdur ve dolaylarındaki tarlalarında çalışan köylüler, önce bir patlama sesi duydular. Sonra, dip’ten gelen şiddetle bir sarsıntıyla birlikte, şehrin üzerinde kalın bir toz bulutunun yükseldiğini gördüler. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zaman içinde geçti. Geriye yıkıntı, ceset ve göz yaşı kaldı. Deprem, Batı Anadolu’nun cennet köşesi Burdur’u bir anda cehenneme çevirmiş, koca yapılar iskambil kağıtları gibi birbiri üstüne yığılmıştı. 10 saniyelik bir süre içinde ortalık viraneye dönmüştü...” 1966 Varto... 1967 Adapazarı... 1969 Demirci.... 1970 Gediz... BU YIL DA BURDUR 70’li yılların Türkiyesi’nde yazılı basınının en önde gelen mecralardan biri olan HAYAT MECMUASI bundan 49 yıl önce 12 Mayıs’ta meydana gelen merkez Yazıköy - Yarıköy merkezli Burdur depremini, bu giriş cümleleriyle özetliyordu, dergi kapağında... Evet; Batı Akdeniz Bölgesi’ndeki Burdur ili, deprem gerçeğini tarih boyunca  hep yaşayan bir yerleşim yeri oldu. ‘Burdur- Fethiye Fay Zonu’ üzerinde yer alan, birinci derece deprem bölgesinde bulunan, 5-6 Ekim 1914’de büyük Burdur depremini yaşayan Burdur şehri, 12 Mayıs 1971’te bir kez daha sarsıldı!.. 1971 depreminde iki kişiyi enkaz altından çıkaran, halen Yarıköy’de yaşayan ve şu an köyün en büyüğü olan Süleyman Mutlu:  “Allah o günleri düşmanımıza dahi yaşatmasın” “12 Mayıs sabahı hayvanların tersini boşaltmak için eşim ile beraber tarlaya gitmiştik. Tam tersi boşaltırken bir ses geldi ve sesin arkasından her yer sallanmaya başladı. O kadar şiddetliydi ki, beni bulunduğum yerden öteye düşürdü. Ben yerde yatarken etrafıma baktım ağaçlar yere doğru yatıyor, kalkıyor yatıyor kalkıyor. Her taraf toz duman oldu. Tarlada öküzleri falan bırakıp doğru köye geldik. Köyde millet perişan halde kimisi duvarın altında kalmış, kimisi ağacın altında kalmış bağırış, çığırış çok kötü bir haldeydiler. Kadının bir tanesi ağlıyordu bağırarak kolumdan tuttu, ‘dayı benim çocuğumu kurtarıver’ diye hemen kendi imkânlarım ile göçük altını oymaya başladım. O günler 2 kişiye yardımcı oldum enkaz altından kurtardım. Depremden yıllar geçti, ama halen dün gibi çok kötüydü. O günden sonra 8 ay kadar çadırlarda yaşadık. Allah razı olsun, devletimiz bizlere baktı. Allah o günleri düşmanımıza dahi yaşatmasın. İnşallah.” Halil Özkan: “Hortum sayesinde hayatta kaldım”  “Deprem günü eşim çapaya gitmişti tarlaya bende evde kalmıştım. Kardeşim balık tutmaya gidecekti, kendi oltamı onlara verecektim. Evde oltayı ararken bir anda bir ses geldi ne oluyor demeden sallanmaya başladı ortalık ve bir anda göçtü. Tarladaki köylüler evler yıkılınca köye koşup geliyorlar. Evimizin yanındaki komşular da geliyorlar benim sesimi duyuyorlar yıkıkların içinden, benim yerimi belirliyorlar ama göçük altında olunca hemen çıkaramıyorlar. Hortum salladılar aşağıya bana onunla nefes aldım. Komşularımın yardımıyla göçük altından çıkarıldım. Yani kısaca o hortum sayesinde hayatta kaldım.” Sultan Altınkaynak: “Taşların yere düşüp havaya kalkışını unutamıyorum” “Deprem olduğunda 33 yaşındaydım, şimdi ise 82 yaşındayım, 3 çocuğum var. Deprem günü tarlam var orada, çapa yapıyordum. Sağ tarafımda akan bir su vardı aynı şekilde sol tarafımda da akan bir su vardı. Çapa yaparken bir anda tarlanın ortasında yere düştüm. Sağımdaki suyla solumdaki su resmen yer değiştirdi. Dedim dünyanın sonu geliyor herhalde, kelime-i şehadet getirdim. Başımı kaldırdığımda toprağın yerinden oynadığını taşların yuvarlandığını yerin dalga halinde üzerime geldiğini gördüm. Eyvah! dedim, kafamı kaldırıp köye doğru baktım, köyün üstünde dumanlar tütüyordu. Aman diyerekten köye koştum, geldiğimde köyün yerle bir olduğunu gördüm ayakta kalan birkaç tane ev vardı. Evimin 100 metre yakınındaki evde 4 tane ölü olduğunu duydum. Benim çocuklarım Burdur merkezde okuyordu, eşim ise yurtdışında çalışmaya gitmişti. O zamanlar telefonla ‘falan ha dedin mi’ ulaşılmıyor.  Çocuklarıma bir şey oldu mu? diyerek, hemen yoldan geçen bir inşaat arabasına bindim, araba’da yaralı var, Burdur’a Hastaneye götürüyorlar. Burdur’a giderken yol kenarında da Jandarmaları gördüm. Kamyonu süren arkadaşı durdurup, ‘Jandarmalara koşun Yazıköy ile Yarı- köy yıkıldı yardım edin’ dedim. Burdur merkeze vardım, çocuklarımın durumunu sorduğumda; ‘çocukların iyi’ dediler, hemen sonrasında teyzemin hastanede olduğunu öğrenip hastaneye gittim. Hastaneden çıktıktan sonra köye geri döndük, ama köye köy denmeyecek halde, her yer yıkık dökük biz köye geri geldiğimizde Jandarmalar çoktan gelmiş enkazın altında kalanları çıkarmışlardı. Ben o depremi yaşadım, o felaketi gördüm. Allah bir daha yaşatmasın gerçekten anlattığımdan daha fazlası vardı. Deprem anındaki o deniz gibi dalga atışını hala unutamıyorum. Taşların yere düşüp havaya kalkışını unutamıyorum.” Depremde ablasını ve erkek kardeşini kaybeden Yarıköy’lü Mehmet Sezgin: “Ablamı ve kardeşimi orada kaybettim” “1971 depremi Mayıs ayının 12’sinde sabah saat 8.30 gibi gerçekleşti. Ben o zamanlar 15-16 yaşlarında ve evliydim. Deprem, pancar zamanı olduğu için vatandaşların çoğunun evinden tarlaya, çapaya gittiği saatlerde oldu. Sabah erkenden dedem, ninem, babam ve ben sebze yeri hazırlamak için köyün 200-300 metre kenarındaki tarlamıza gitmiştik. Biz o bahçedeyken deprem anı oluştu. Çok şiddetli bir sarsıntı ve ses ile beraber selvi ağaçlarının tarlada yerlere yapıştığını gördüm. Köyün hemen yan tarafında olduğumuzdan çok rahat görünüyordu ve ondan sonra da bir toz duman kalktı köyden, yanım da rahmetli dedem de vardı. 1914 depremini de yaşamıştı, ‘o anı hiç unutmuyorum halen kulağımdadır eskiler depreme hareket derler. Bu koca hareketten daha büyük bir hareket (1914 depreminden)’ demişti. Köy tarafı toz, duman olunca biz hemen tarladan köye doğru gittik. Babaannem, annem, ablam, küçük kardeşim ve eşim tam tarlaya gelmek için evden ayrılıyorlar. Yolda giderlerken yol üzerindeki bir ev üzerlerine göçüyor. Küçük erkek kardeşim, ablamın kucağında göçük altında can veriyorlar! Ablamı ve kardeşimi orada kaybettim. Deprem de bizim köyden 9 kişi hayatını kaybetmişti. Ama bu sayı daha da fazla olabilirdi sabah saatlerinde depremin olması büyük bir şanstı, o saatte herkes tarlasına, bahçesine çıkmıştı. Eğer; o deprem gece saatlerinde olmuş olsaydı, o günkü köy nüfusunun 3/2’si hayatını kaybedebilirdi. Çünkü; deprem sonrası ayakta kalan ev sayısı çok azdı. Depremden sonra ertesi gün olması lazım, o zamanlar Nihat Erim Başbakandı köyümüze kadar geldi. Kızılay’ın yardımları oldu, devlet eli uzandı. Ellerinden geldiği kadar bizlere yardım ettiler. Depremden sonra uzun süre çadırlarda kaldık. İlerleyen zamanlarda küçük küçük baraka tarzı bir şeyler yaptık, onlarda kaldık. 1972 yılında Depremevleri yapıldı ve köylüler yavaş yavaş evlerine geçtiler. O zaman için 246 tane konut yapıldı ama o depremden sonra ve ilerleyen zamanlar içerisinde köy çok göç verdi. Depremin artçıları günlerce, aylarca devam etti. Depremden sonra da çok aşırı bir şekilde yağmur, yağış oldu. Depremin üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ daha çok huzursuz oluyorum. Halen daha endişem var çok zor bir olay sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yaşanmasın. Sizin aracılığınız ile de yetkililere seslenmek istiyorum, deprem hakkında köylülerimizi bilinçlendirin çoluk, çocuklarımız okullara gidiyor, eğitim görüyorlar orada öğreniyorlar ama bu ne kadar yeterli bilemeyiz. Deprem anında, deprem sonrasında neler yapılmalı köylülerin yetkililer tarafından bilgilendirilmesini istiyorum.” Nazmi Özyürek: “Enkaz altından, parçaları kesik parmağımla deşeleyerek çıktım” 1971 depremine Yazıköy’de evinin önünde yakalanan enkaz altından kesik parmağıyla kendi imkânlarıyla çıkan ve depremde babasını kaybeden Nazmi Özyürek o günü şu ifadelerle anlatıyor; “Deprem olduğun da 25-26 yaşlarındaydım. Yanlış hatırlamıyorsam 12 Mayıs 1971 Çarşamba günüydü. O gün sabahtan pancar tarlasında çapa vardı. 3 tane çapacıyı sabah erkenden tarlaya götürdüm ve eve geri döndüm. Kızımı evin merdivenine bıraktım. Atlar vardı onları da ahıra soktuktan sonra yüzüme bir sıcaklık soğukluk geldi. O sıcaklık geldiği anda bizim evin arkasında kavak ve selvi ağaçları vardı, o ağaçlar evin üzerinden yere değdi. Ben arabanın altına doğru gittim. O anda her şey bitti. Ben avludayım, her yer karanlık millet yoldan geçiyor ses duyuyorum ama kurtulmanın mümkünü yok. Ben buradan nasıl çıkarım nasıl çıkarım? derken diz çöktüm oturdum yerim vardı o kadar, ama nasıl çıkacağım onu düşünüyorum. Göçük altında Allah iğne deliği kadar bir güneş ışığı verdi bana. O enkaz parçalarını parmağımla deşeleye deşeleye açtım. Hiçbir şeyi düşünmeden kafayı vurdum çıktım. Etrafa baktım her yer düpdüz olmuş. O zaman için bir tane süt ineğim, bir tane düvem vardı onlar ölmüşler. Atlar arabanın, binanın altında kalmış. Evin alt tarafında çay vardı o çay simsiyah oldu, ovanın her tarafından patlama olmuş, her taraftan su çıktı. Kendimi kaybetmişim. Çocuğum falan aklımdan çıkmış kendime geldikten sonra aklım başıma geldi, ama kafam yine de tam yerinde değildi çocuğu nereye koyduğumu unuttum ve hatırlayamıyordum. Çocuğumu merdivene koyduğumu hatırladım bir parmağım kopuk şekilde ağaçların toprağın altını kazarak başındaki toka sayesinde çocuğumu buldum. Çocuğumun ayağı kırılmış çıkarmaya çalışırken, ben mi kırdım ağaçlar mı kırdı? Bilmiyorum. Devletin arabaları geldi Burdur’a götürdüler bizi orada yer yok dediler ve Isparta’ya gittik babamı göremedim. Orada doktor 6 tane dikiş atacak oldu, ‘ben dedim koparın parmağımı’ ama dinlemediler. Allah razı olsun daha sonra parmağım iyileşti. Aklım babam da tabi enkazdan çıktığım da onu görememiştim, çocuğumu hastanede bırakıp köye gitmek için Hastane’den ayrıldım. Tabi o zamanın şartları şimdi ki gibi değil orada birkaç adam vardı onlara söyledim, bana bir araba bulun. Enkazdan çıkıp gelmişim oraya ayağımın birinde ayakkabı var birinde yok öğleden sonra ikindine doğru gibiydi taksilerin yanına gittim. Taksicilere ‘beni Yazıköye kadar götürün’ dedim, 100 lira para istediler, cebimde 85 lira para var. Oradan adamın biri geldi, taksicilere; ‘utanmıyor musunuz siz, adamın haline bakın ayağının birinde ayakkabı var birinde yok 15 lira ile hacıya mı gideceksiniz utanmaz herifler’ dedi. Taksicilere ‘götürün bu adamı köyüne’ dedi. Köye geldim deprem öncesinde babam ahır kapısının önünde duruyordu, hayvanları ahırdan alıp çayıra götürecektik. Babamı en son ahır kapısının önünde gördüm.  İşte başka da göremedim. Daha sonra anlatılanlardan öğrendiğim kadarıyla samanlığın döveri babamın alnına vurunca babam iğde ağacının altına gitmiş. Arama yapılırken kepçe babamı dereye atmış kolu falan kopmuş, dereden çıkarıp 5-6 kişi babamı mezarlığa koymuşlar gelmişler. Depremde bizim köyde 12 tane ölümüz vardı, bir günde hepsi defnedildi. Zaten cenazeye bakacak insan bile yoktu. Allah hepsinin mekânını cennet eylesin. Depremden sonra devletin arabaları geldi yolları açtı.  8 ay boyunca çadırlarda kaldık, artçılar hep devam etti. Dağdan bir ses bir şey olduğunda korkar ağlardık. Allah düşmanımın başına vermesin. Hâlâ daha içimiz de o korku var geçmiyor. Nerede bir deprem haberi görsem veya aklıma gelse kötü oluyorum.”