Radyo, gelişimini telefon ve telgrafa borçludur. Bu ikisi icat edilmeseydi, radyo da olmazdı. 1860’ta İskoç fizikçi James Clerk Maxwell, radyo dalgalarının varlığı keşfetmiştir. Dünyadaki ilk radyo aslen 1865 yılında James Clark Maxwell tarafından icat edilmiştir diyebiliriz. Zira, James Clark Maxwell, elektronik olarak üretilen radyo dalgalarının yayılma teorisini kurmuştur. Ardından Alman fizikçi Heinrich Hertz, 1888 yılında Maxwell’in teorisini pratik olarak gerçekleştirmiştir. İtalyan mucit Guglielmo Marconi ise, 1895’te ilk kez bilinçli olarak radyo dalgaları gönderip almayı başarmıştır. Radyo; telefon, telgraf, televizyon, radar ve faks cihazları ile ilgili yardımcı bir yayın aleti olarak da büyük önem taşır. Radyo icat edildiği günden bugüne kadar önemini hiç yitirmemiş, her devirde kullanılan en önemli bilgi, eğlence ve haber kaynağı olmuştur. Radyo, elektromanyetik radyo dalgalarındaki ses modülasyonunu önce elektronik ortama sonra da sese çeviren elektronik alet olarak biliniyor. Türkiye'de resmi olarak 1927'de yayın hayatına başlayan ve eğitim, haberleşme, eğlence, reklam gibi içerikleriyle topluma geniş bir yelpazede yayın hizmeti sunan radyo, 'bireyden bireye iletişim aracı' olarak, teknolojinin gelişmesiyle daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor. Eskilerin tabiriyle 'ajans saati'nde herkesi etrafına toplayan radyo, bir yandan ülkemizdeki ve dünyadaki gelişmelerden bizleri haberdar ederken öte yandan da her kesimden insanın neşesine, hüznüne, özlemine ortak oluyor.... ‘13 Şubat Dünya Radyo Günü’ dolayısıyla Yeni Gün Gazetesi de özel bir dosya hazırladı. Günümüzün halen en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan radyo hakkında, Burdur’da 29 yıllık bir geçmişe dayanan Burdur FM yöneticisi Serkan Şimşek ile özel bir söyleşi yaparak, “Radyo gerçeğini” hatırlatmak istedik... Muhabirimiz M. Fatih Başcı, Burdur Radyosu yöneticisi Serkan Şimşek’le, radyoyu, radyoculuğu konuştu. Radyoculuğa ne zaman başladınız? Sizi bu mesleğe iten şey neydi? Zorlandınız mı? Radyo’ya 1991 yılının sonlarına doğru karar verdik. Radyoculuk’ta biz alaylıyız yani, ‘baba mesleği’ diyelim. 1991 yılının sonunda rahmetli Turgut Özal'ın özel radyo ve televizyonlara müsaade edeceği ile alakalı bir söylenti çıkmıştı, o dönem içerisinde ‘babam ben bu işi yapabilirim’ dedi. Ben de on’lu yaşlarımdaydım, o dönemlerde. Hatta bu iş böyle bir hafta, on gün geçtikten sonra Burdur'da duyulmaya başlandığında, ‘birisi babama ne iş yapmayı düşünüyorsun? Yeni bir iş varmış aklında falan’ dedi. Babam dedi ki; ‘Radyoculuk’, ‘adam sen tamircilikden anlar mısın?’ dedi. ‘Yok, öyle değil,’ ‘Peki nasıl?’ ‘Radyo yayıncılığı yapacağız TRT gibi.’ Adam babama, ‘ya Allah aşkına bu kadar hayalperest olma devletle bu konuda başa mı çıkılır’ demişti. Çünkü; o dönem sadece devletin televizyonları var.  Televizyon kanallarında TRT1, TRT2, TRT3 radyoda da TRT radyoları var, hiç özel radyo yok. Biz Türkiye'de kurulan ilk dört özel radyo arasındayız. Çok büyük zorluklarla kuruldu. Bu zorluklar neydi birincisi Türkiye'de özel radyolara izinler verilecekti, ama özel radyoların bir altyapısı yoktu. İşte bu altyapısı dediğimiz nedir?, vericileri, antenleri, ara eleman araçları, yetişmiş personel buna benzer şeyler. Biz şöyle yaptık o dönem yurt dışından küçük 2 watt'lık yani şu anda iki wattla bir odanın içinde yayın yapamıyorsunuz kirlilikten dolayı, ama o dönem 2 watt'lık bir verici ile başlamıştık. Bir de blaupunkt marka bir oto teybimiz vardı. İşte vericiye bağlantılarını yaptık, anteni kurduk. Bir de Hale Gür kasetimiz vardı. Hale Gür kasetini koyduk. Ama vericinin hangi frekansta olduğunu bile bilmiyoruz. İşte ararken tararken bir Hale Gür sesi bulduk, evet dedik herhalde bu. Peki, nasıl deneriz bunu işte uzaktan radyodan biz dinliyoruz bir mikrofon girişi sağlandı Burdur FM denildi. Aaa! evet bu falan oldu... Ondan sonra biz mikrofonun başına geçtik insanlar bizi dinledi derken zaman içerisinde artık daha temel şeyleri oturttuk. İşte neydi mesela bir oto teybi ile olmayacağını anladığımız zaman bir kasetçalar aldık bunun yanında 3-4 gün boyunca Hale Gür çaldı. Hep aynı sanatçı olmasın diye kasetlerimizi çoğalttık. O dönem kasetler var derken derken 29. yılı tamamladık bu sene… Eski Radyoculuk ile günümüz Radyoculuğu arasında fark var mı? Hem de dağlar kadar fark var. Bu farklılıklar ne derseniz; tadı kalmadı. Şimdi o dönemler radyolarda programlar üretilirdi. Çünkü bir TRT geleneği var. Nedir bu TRT geleneği işte radyo tiyatroları, arkası yarınlar, program sunumları, güncel konular böyle bir gelenek vardı. Bugün bunlar yok tadı kalmadı, ama teknoloji açısından baktığımız zaman o günün zorluklarını yaşamıyoruz. Özellikle 2000’li yıllardan sonra radyoculuk teknolojik anlamda çok daha hızlı gelişti, fakat program içeriği konusunda ne yazık ki sınıfta kaldık. Bugün baktığınız zaman radyolar sadece müzik kutuları gibi hareket ediyorlar. Türkiye'nin birçok noktasında biz bu konuda biraz daha şanslıyız nasıl şanslıyız, çünkü çok eski deneyimlerimiz olduğu için program geliştirme konusunda uzmanız. Mesela ‘arkası yarın’ kuşaklarımız biz de halen devam etmekte. Sabah günaydın programlarımız var. Yerel radyolar da insanlar, yerel kaynaklar şunu istiyor o ses bana dokunsun. Peki o ses size nasıl dokunuyor. İşte sabahları mesela ‘günaydın’  programınızda, ‘Karayolları personeli günaydın’ dediğinizde, eğer kar küreme sırasında radyosu açık bir işçi, sizi dinliyorsa hoşuna gidiyor. ‘Burdur Ticaret ve Sanayi Odası günaydın’ denildiği zaman eğer, Ticaret Sanayi Odasında birisi sizi dinliyorsa hoşuna gidiyor. Yani o günlerdeki fırsatlarla bugünlerdeki fırsatlar eşit değil, ama ben şunu söylemek istiyorum bugünün teknolojisi o günlerde olmuş olsaydı inanın Türkiye radyoculuğu, dünyada ismini ilk sıralara yazdırdı. Radyoculukta idol olarak gördüğünüz birisi var mıydı? Yani biz radyoculuğa başladığımızda idol alabileceğimiz kimse yoktu. Ama zaman içerisinde birçok isme idol olduk öyle sanıyorum. Tabii mutlaka TRT'de çalışan birçok isim var bu konuyla ilgili kendilerini örnek aldığımız hatta zaman zaman kendilerinden bilgi aldığımız ve eğitim aldığımız büyüklerimiz vardı. Bizim kuşağımız 80 kuşağı TRT televizyonları ile büyüdüğü için Erkan Yolaç’larından tutun da birçok program yapımcısını, program sunucusunun izleyerek büyüdük. Onlar bizim en büyük idolümüzdü. Biz hep onlarla büyüdük. Bundan sonraki radyoculuk hayatımızda da idollerimiz devam edecek. Hep onlar gibi olabilmek istiyoruz. Radyoculukta en unutamadığınız anınız nedir? 94, 95’li yıllar Radyo Televizyon Üst Kurulu henüz kurulmadı. Ali Mert Sevimli diye bir elemanımız vardı. Radyoların Türkiye'de en popüler olduğu dönem. Şimdi insanlarda merak ediyorlar. Çünkü radyoda bir ses duyuyorsunuz. Radyo, insanların hayal gücünü geliştirir Radyoda bir ses duyuyorsunuz kim olduğunu bilmiyorsunuz?, kendi kafanızda canlandırıyorsunuz. Ali Mert, bir gün radyodan dedi ki; “Eğer yeterli sayıda insan toplanırsa radyonun camından sizlere hitap edeceğim.” dedi. Yani yaklaşık 1 saat içerisinde 350 - 00 kişi o dönem Radyo binamızın önünde toplanmıştı ve elemanımız Ali Mert Sevimli çıkıp oradan insanlara seslenmişti. Ama işin ilginç tarafı şu insanlar sadece Ali Mert'i görmeye değil yani elleri boş gelmemişler baklavalar, börekler, tuzlu pastalar aklınıza ne gelirse. Onları almış gelmişler güzel bir anıdır, o bizim için çünkü bir saatte 400 kişiyi bir anda radyonun önüne toplayabilmek yani bugün bile çok zor. Radyoculuğun zorlukları var mı? Radyolar genel manada müzik platformu üzerine kurulu bir yapı. Çok farklı türlerde müzikler çıktı, bugün günümüzde işte eskiden bu sayılıydı arabesk, pop, güncel pop, türk halk müziği ve sanat müziği. Ama bugün bakıyorsunuz arabeskin bile dalları var işte fantazi arabesk gibi. Herkesi mutlu etmek çok zor. İşte pop müzik çaldığınız zaman arabesk severler size sitem ediyor. Arabesk çaldığınız zaman klasik müzik severler size sitem ediyor, klasik müzik çaldığınız zaman pop müzik severler size sitem ediyor, bunları karışık çaldığınız zaman ya hiç mi bir radyonun yayın politikası olmaz? deniliyor. Bu en çok zorlandığımız nokta. İkincisi de bizim gibi taşra radyolarının teknolojiye ulaşmakta zorluk çektiğini biliyoruz. Teknoloji ulaşmakta nasıl zorluk çekiyoruz, işte bu iletişim çağında aslında ulaşmak zor değil, lakin gelir kaynakları çok kısıtlı. Yani radyolar öyle çok devasa paralar kazanan şirketler değil. Hatta şunu söyleyebilirim Radyoculuk bugün son 5 yıldır artık Türkiye'de en çok zarar eden kuruluşlar arasında. Çektiğimiz zorluklar bunlar. Taşradaki en büyük zorluk ne derseniz, yetişmiş eleman sıkıntısı, yani insanlara gel program yap dediğin zaman o mikrofonun karşısında insanlara nasıl hitap edeceğini, programın nasıl üretilebileceğini, program yapımcılığının nasıl olacağını, bu riski kimlerle paylaşması gerektiğini, programın açılışını, kapanışını, hangi müziklere yer verileceğini, neler konuşulacağını programlayan bir eleman açığımız var. En büyük zorluk ta bu olsa gerek. Takip ettiğiniz bir radyo programı var mı? Biz kendi radyomuzu takip etmekten başka radyoları ve programları çok fazla takip edemiyoruz. Çünkü radyoculuk gerçekten takip gerektiren bir meslek. Özellikle radyo yöneticileri işte kalifiye eleman sıkıntısının bir noktası da burada. Devamlı kendi radyonuzu takip etmelisiniz, yayınlarınız da kesinti mi var, program yapımcıları neler konuşuyor? Acaba Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) koyduğu yönetmeliklere ve kanunlara uyuyor mu? Çünkü bugün yaptırımlar çok ağır, kanunlar çok ağır, işte orada sigara ile ilgili bir şey söylediği zaman bile ceza yiyebiliyorsunuz. Onun için önce kendi radyomuzu takip ediyoruz. Radyo’da bir gününüz nasıl geçiyor? Aslında 24 saat esasına dayalı geçiyor. Şöyle ki işte sabah 8 buçukta uyanıp, radyoda şirkette olduğunuz zaman o günün programlamasını yapıyorsunuz. O günün programlaması nedir? Süresi dolan reklamlarınızı takip ediyorsunuz, müşterilerle bağlantıya geçiyorsunuz aynı zamanda yeni reklam vermek isteyenlere mutlaka ulaşmanız gerekiyor, o gün içerisinde hangi müziklere yer verileceğini ayarlamanız lazım. Bir gün önce çalınan müziklerin tekrar o gün yayınlanmaması gerekiyor, haftanın belirli günlerinde yasal olarak tutmak da mecbur olduğumuz Radyo Televizyon Üst Kurulu'nun RTÜK kaydı diyoruz biz buna, dijital ortamdan alıp yedeklemeniz gerekiyor. Bu çok uzun ve meşakkatli bir iş bunun yanında yeni programlar üretmeniz gerekiyor. Çünkü her gün yeni bir program demek. Ama en çok zorlandığımız konuda şu Radyodaki habercilik. Bizim günümüzün ortalama 6 saati bununla geçiyor, devamlı gelen mailleri tekse döküp personel arkadaşların yayıncı arkadaşların bu konulara değinmesi gerektiğini söylüyoruz. Bunun üzerinde nasıl yorumlar yapılması gerektiğini söylüyoruz. Aslında karınca misali devamlı radyolarda sabahtan akşama kadar bir hareket var, devamlı yaşayan bir meslek grubu. 10 dakika önce aldığınız karar, 10 dakika sonra bozulabiliyor. Nasıl oluyor mesela kendinizi programlıyorsunuz. Çünkü Radyo etkili bir iletişim aracı şunu yapacağız diyorsunuz, bir bakıyorsunuz küçük bir sarsıntı oluyor deprem oluyor, sizin bu depremde anında vatandaşa bilgi aktarmanız gerekiyor. Hemen tüm işlerinizi bırakıp yeni bir programlamaya giriyorsunuz, işte deprem kaç şiddetinde olmuş, merkez üssü neresi, ölü, yaralı var mı?, yıkılan ev var mı, hasarlı bina var mı, depremler devam ediyor mu, oraya bir per sonelinizin gitmesi gerekiyor. Yerinde görmesi gerekiyor. Oradan gerektiği zaman canlı yayına bağlanıp bunu dinleyiciye aktarması gerekiyor. Bunun yanında bir trafik kazası oluyor gidiyorsunuz hemen canlı yayına bağlandık orada bunu vermeniz gerekiyor. Yani Radyo aslında 2001-2002’li yılların sosyal medya platformu gibi bugün de bu etkisini sürdürüyor. Bugün bakın mesela sosyal medya platformları haber kaynağı, işte bizim de Radyodaki arkadaşlarımız devamlı sosyal medya platformlarını tarıyorlar, bunlarla ilgili yeni gelişmeler var mı, haber kaynakları var mı? bunlarla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Personel arkadaşlar akşam 6 olunca mesai bitip gidiyorlar ama ondan sonraki yük gece saat 1’e kadar yine yöneticilerin omzunda oluyor. Biz gece 1.00, 1.30’a kadar yine şirkette çalışmak zorunda oluyoruz. Çünkü o zaman da şu başlıyor bir sonraki günü programlıyoruz. Bir sonraki gün açılışta saat sekizde hangi müziklerle başlayacaksınız, bu müzikler hangi tarz müzikler olacak, reklamlar nasıl yayınlanacak, iki reklam kuşağı arasındaki mesafe ne olacak, o güne özel herhangi bir günlük duyurunuz veya özel bir programınız varsa bunların duyuruları nasıl olacak diye bir gün sonrayı programlamaya başlıyoruz. Ülkemizde ki Ekonomik durumdan Radyoculuk mesleği etkilendi mi? Aslında şöyle bakacak olursak dünyada reklam sektörünün en çok para kazandığı dönemler ekonomik kriz dönemleridir. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde ve özellikle Burdur'dan ekonomik krizlerden en çok etkilenen mecra reklam ve medya sektörü oluyor. Neden? Çünkü; insanlar buralara ödedikleri reklam ve medya giderlerini boş harcama olarak görüyorlar. Doğaldır da illaki insanlar bir yerden giderlerini kısmak zorunda. Ama doğru mu yanlış mı? diye tartışacak olursak yanlış. Az önce en başta söylediğim gibi dünyada medya sektörünün ve reklam sektörünün en hızlı olduğu dönemler ekonomik kriz dönemleridir. Çünkü ülkeler ekonomik krizden ancak böyle çıkabilirler. Siz ne kadar reklama ağırlık verirseniz tüketicinin ihtiyaç kapasitesini o kadar arttırırsınız. Bu da size müşteri olarak geri döner ve ekonomik krizden alacağınız kötü etkiyi azaltmış olur. Yani minimuma indirmiş olur. Biz ekonomik krizden çok etkileniyoruz. Özellikle son 3-4 yıldır ülkemizde gerçekten ağır bir ekonomik kriz var. Birçok ödemeyi yapmakta da zorlanıyoruz. Türkiye'deki tüm radyolar böyle ben aynı zamanda Radyo Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği Bilim Teknoloji kurulundayım. Oradaki Radyocu arkadaşlarımızla konuşuruz zaman zaman telefonla irtibat kuruyoruz zaman zaman yanlarına gidiyoruz. Türkiye'de radyo ve televizyon sektörü şu anda gerçekten, gerçek manada ekonomik olarak çöküntü içerisinde. SSK’sını ödeyemeyenler, Vergi borçlarını ödeyemeyenler, cihaz alıp parasını ödeyemeyenler böyle çok. Bizim avantajımız şu biz Burdur'da tek radyoyuz. Tek Radyo olduğumuz için iyi kötü idare etmeye çalışıyoruz, ama Türkiye'de ekonomik kriz radyo ve televizyonları ciddi anlamda çok büyük etkilemiş durumda...